11 Nisan 2014 Cuma

Idare edemem anne!

Biz millet olarak hep idare ederiz bir şeyleri.
O yüzden değil midir "z kuşağı" çocukları için "ayyy, bu yeni nesil de bi' değişik" dememiz.İdare etmeyi reddediyorlar çünkü.

Bugün bir olaya/ kişiye sinirlenmiş bir arkadaşımla konuşurken "idare ediver, boşver sinirlenme canım" dedim.
Verdiği cevabı çok sevdim, aynı zamanda da oldukça düşündürücüydü.
"Niye idare edeyim ki evlilik mi ki bu idare edeyim"

Aslında doğru değil mi?
Neden idare ediyoruz ki?
Idare etmekten birbirimize tahammülümüz kalmıyor, idare ettikçe karşı taraf istediği gibi at koşturuyor.

Çocuklarımıza da bunu aşılamaya çalışıyoruz bazen.Onlarda da patlamalar oluyor.
Yazıya başlık olan cümle bir çocuğa ait.
İdare edemem anne, idare edemem diyor.
Pek çoğunuz hatırlar bunu video paylaşım sitesinden.

Idare etme potansiyeli yüksek olan bir insanım.
Mutlu bir evliliğim var.Çok şükür.
Hızlı gelişen bir evlilik oldu bizimkisi.
Tanıştığımızın 3. Günü evlenmeye karar verip, 7. Ayı nişanlanıp, 11.ayında evlenmiştik. (Bakınız asal sayıların mutluluğu)
Evlenirken ettiğim bir duayı hatırladım şimdi.
"Allah'ım, mutlu bir evliliğim olmazsa, çekip gidebilme kuvveti ver bana!"

Hayata bir kere geliyoruz ve bunu da idare ederek yaşamak niye?

Elbette, boşayın kocaları demiyorum.
Belli bir sınıra kadar herkes idare etsin birbirini.
Illa evlilikte değil, hayatta, yol arkadaşlığında, komşuculukta, işte, sosyal hayatta...
Ama olmuyorsa, mutsuzluk yükü daha ağır basıyorsa durmayın, boşayın herkesi: karı-koca, komşu, arkadaş, iş..

Çünkü bence mutsuz bir hayattan çok daha güzeldir yalnız hayat!

Gülümseyin hayata!




7 Nisan 2014 Pazartesi

Bir terfi duyurusu

Şu hayatta işinizi çok düzgün yapmış olsanız, verilen her işin altından kalkmayı başarmış olsanız ama hiç teşekkür, tebrik almamış olsanız nasıl hissedersiniz?
Haksızlığa uğraranış, hakkınız yenmiş, kötü, umutsuz, mutsuz...
Eklenir de eklenir değil mi bu listeye?

İşte hayatımızda bizim bu şekilde haksızlık ettiğimiz varlıklar var.
Çok uzakta değil.
İçimizde, dışımızda...

En son ne zaman kalbinize teşekkür ettiniz sizinle sağlıklı bir şekilde birlikte olduğu için?
Ya da gözlerinize minnet duydunuz size dünyayı gösterdiği için?
Ya da elinizi alıp öptünüz, her şeyinize koşturduğu için?
Ayaklarınızı ne zaman sevdiniz, istediğiniz her yere sizi götürdüğü için?

Yoga ve Pilates gibi nefes desteğinile birlikte yapılan egzersizleri yapanlar bilirler.
Karaciğerinizi hissedin derler.
Ben ilk yogaya başladığımda; ay nerdesin tatlım, içerde bir yerdesin ama affet beni, hissedeniyorum seni demiştim karaciğerime.

Nefesinizi dalak'a doğru alın.
Dalak benim için koştuğumda şişen bir şey.
Yerini bilmiyorum.
Bir yerlerime doğru alıyorum nefesi, dalakçım sen içerde kapıver havayı.

Geçtiğimiz yıllarda çok sevdiğim bir arkadaşımla ilk tanışmamızda ayakları ile konuştuğunu söylemişti bana.
O zaman o kadar çok sevmiştim ki Ezgi'yi ...Kısa sürede yakın arkadaş olmuştuk.
Çok yakın bulmuştum kendime.
Ayakkabılarını bağlarken bir diğer ayağına 
"Sen biraz bekle, birazdan bağlayacağım seni" diyen biriydi o.Ben de arada bir kendi elini öpen, eline teşekkür eden biriydim.
Süper bir ikili olmuştuk işte:)

Ben bütün organlarımla baya konuşur haldeyim.

Aslında bize verilen bedeni nasıl da hunharca yaşıyoruz.
Her şey bir bütün olsa da aslında her şey ayrı ayrı ve çok da önemli.

Kaybetme riski yaşadığımızda anlıyoruz, korkuyoruz, aman kendime çok iyi bakacağım diyoruz.

Fatih geçen hafta bir operasyon geçirdi.
Safra kesesinde taş olduğu için safra kesesinin komple alınması gerekti.
Yapı gereği, safra kesesindeki taşlar alınamıyormuş, organı komple alıyorlar.
Hal böyle olunca da yavrucuk karaciğer, safra kesesinin görevini üstleniyor.
Hani bazı şirketlerde ekip arkadaşın işten çıkar, onun yaptığı görevleri de sana yüklerler ya, öyle işte.

Beyin ne acaip bir organ.Sınırı da o koyuyor, sınırı da o yıkıyor.
Safranın yaptığı görevi yüklüyor karaciğere.
Diyor ki; "sen süpersin, performansın harika, aslansın, kaplansın, safra da neymiş, sen halledersin."
Ve böylece Karaciğer, terfi eder!

Fatih'in ilk ameliyatıydı, çok heyecanlı ve kaygılıydık.


Ameliyata girerken gülümseyerek uğurladık birbirimizi.

Check-up da belirlendi bir sorun olduğu.
Check-up yapan doktorumuz Dr.Fikret Tanırgan teşhis etti.
Kendisi geçmiş yıllarda benim checkup kontrolümde de haşimato rahatsızlığımı saptamıştı.
Mina'nın dünyaya gelmesi ve de sağlıklı olarak gelmesinde; önce ablam Tiroid ameliyatı geçiren Narinç, ablama "kardeşlerin de check up yaptırsın" diyen doktoru ve check up yapan ve sonucunda haşimatoyu saptayıp tedavi eden sevgili Dr.Fikret Tanıtgan'ın emeği büyüktür.
Bu yavru hepimizin yani:))

Doktoru önceden tanımak büyük avantaj.
"Ameliyata ben de gelebilir miyim" sorusunun cevabını bilmeme rağmen sordum Fikret Bey'e.
Çok kibarca olmaz dedi.
Peki dedim.

Öyle kibar, öyle naif bir doktor ki.
Süreçle ilgili bilgi verdi, çıkar çıkmaz odayı aradı, odaya geldi ve Fatih'in durumu ile ilgili bilgi verdi.
Sonra Fatih geldi odaya, ağrısı vardı biraz.
Ertesi gün çıkacaktı, akşam ben eve dönmek zorunda kaldım Mina'nın yanına.
Kardeşi akşam eşlik etti Fatih'e.
Ertesi gün, öğlen çıkmıştı hastaneden.
Bir kaç gün daha sıvı ve lifli gıdalar ile (komposto, çorba, ıspanak vb.) beslendi.
Sonra rutine döndü tamamen.

Daha iyi bir yaşam için sigarayı bırakmaya karar verdi.
Mina doğduktan sonra "sigarayı bırak yoksa evi terkederim", "çocuğu sana göstermem, alır başımı giderim" isimli sanatsal çalışmalarımın sonucunda alamadığım reaksiyonu bir anda safra kesesi sayesinde almıştım.
Hakkını yememek de lazım, evde hiç içmedi, eve girer girmez de kokudan arınırdı.

Ameliyat sonrasında ona olan sonsuz sevgim daha da arttı.
Çünkü ben, ameliyat izi olan insanları daha çok seviyorum.
Ölüm hissini tattıkları için galiba...
Annem bir çok kez ameliyat olduğu için galiba...
Benim de izim olduğu için galiba...
Bu izler anne ve babada kalsın, Mina'nın hakkını da biz kullanmış olalım.
Onun ameliyathane anısı; hastanenin doğumhane tarafında dünyaya getireceği torunlarımız olsun:))

Kendimize, bütünümüze iyi davranalım ve onlarla ara sıra konuşalım.
Hadi, merhaba de şimdi serçe parmağına.
Ne şeker değil mi?
Sağlıklı günlere,
dinamikanne