4 Ekim 2013 Cuma

Elmyra Sendromu

Elmyra'yı hatırlar bizim kuşak.
Ufff ne çabuk geçti zaman, böyle bizim kuşak falan diye konuşmaya başladım.
Şu anda var mı bilmiyorum ekranlarda.
Benim en sevdiğim çizgi filmlerdendi.
Sürekli bir "hayvancık" bulur ve onları o kadar çok severdi ki...
Bu sevginin ucu fazla kaçınca hayvancıklar kendilerini bir işkencenin içinde bulurlardı.
Şöyle dediğini hatırlıyorum.
Seni öpmek, sıkıştırmak, sevmek istiyorummmm!
Sizi güzel hayvancıklaaaarrrr, hepiniz benim olacaksınızzzzz!



İsmini ben uydurdum ama bahse girerim bir sürü anne bu sendromu yaşıyordur.

Elmyra sendromu;
-Bebeğini  pek çok sevmek ve ona senden başkasının, senin kadar iyi bakamayacağını düşünmektir.
-Bebeğinizi dış etkenlerden korumak için "supermom" gibi davranmaktır.


Doğum sonrasında bana da böyle oldu.
Mina'yı benden bir başkası benim kadar sevemez, koruyamaz.
İlk başlarda kimseye öptürmedim, kucağa aldırmadım.
Uyku düzeninin oturması gerekiyordu.
Emzirdim ve yatağına yatırdım.
Yatakta uyumaya alışması gerekiyordu.
Kucakta sıcağa ve insan kokusuna alışmasını istemedim.
7 ay sonrasında daha fazla insan ile iletişimde bulundu.
Yine şlap şlaaap olmamak kaydı ile kolundan, bacağından öpmeye izin verdim.
Tüm aile de rahat etti :) 

Sokakta bebek arabasını genellikle ben sürüyordum.
İstanbul'da olmayan kaldırımlarda bebek arabası kullanmak için bir oryantasyon almak lazım.
Spesifik noktalar ile ilgili belediyeye twitterdan mesaj bile atıyordum.Onlar da sağolsun aksiyon alıyorlardı.
Bu şekilde tek başıma dünyayı kurtarabilir miydim bilmiyorum ama "deniz yıldız" hikayesini anımsıyorum böyle zamanlarda.En azından bir şeyi değiştirmek, hiç değiştirmemekten iyidir.

Sokaklarda kaldırımlarda parkeden arabalar mı istersiniz, devamlılığı olmayan kaldırımlar mı...Hepsi mevcut.
Sokağın ortasından yürümek zorunda kaldığımızda, arabalar bize korna çalıyordu.
O da tekerlekli, bu da tekerlekli,sıranızı bekleyin deyip, yolun ortasından devam ediyordum.
Geçiş üstünlüğü annelerde değil mi? 

Bir gün çekirdek aile Sultanahmet'e gittik.
Mina o zamanlar 4,5 ay civarındaydı.
Babası, tramvay yolunda karşıdan karşıya geçerken arabayı tramvay yolundan geçirdi.
İşte o anda benim başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.
Nasıl olur da tramvay yolundan bebek arabasını geçirirdi.
Aslında oranın yaya geçidi de olduğunu, problem olmayacağını söylese de o zaman bunu anlamak istememiştim.
Biraz tartıştık ve günü mahvetmemek için bu tartışmayı rafa kaldırıp başka konulardan bahsettik.
Sonuçta o da babası ve en az benim kadar düşünüyor kızını.
Ama kendime pek engel olamıyordum o aralar.
Kontrol bende olmalıydı.
Şimdi zaman geçtikçe biraz Elmyra gibi mi davranmışım diyorum.

Neden hastaneden bebekler için randevu alırken baba adını sorarlar ki?Anne adını sormaları gerekmez mi?
Onu karnında 9 ay taşıyan anne, doğuran anne, bakan-besleyen anne...
Hastane ile şöyle bir konuşma geçti aramızda...
Aynen aktarıyorum.
-Merhaba, Gülçin Hanım'dan randevu rica ediyorum.
-Hasta adı nedir?
-Mina Babaoğlu
-Baba adı Fatih mi?
-Evet, anne adı da Tuğba!
-Peki efendim...

İşte bazı şeyleri böyle sorguluyorum.Kafayı çok çizmeden.
Düne göre farkım, bunlarla biraz daha eğlenebiliyorum.
Daha sakinim...
Yaşadığım her şey, her an çok güzeldi.
Yine aynı şekilde yaşamayı tercih ederdim.
Mina'nın şu andaki davranış biçimini, iletişimini gördükçe çok doğru bir şey yaptığımın farkına varıyorum.
Babası da sonuna kadar onaylıyor bunu.
Bunları birisinden öğrenmedim, yalnızca iç sesimi dinledim.
Herkesin farklı bir yöntemi olabilir.
Bebekle ilgili her şeyi en iyi annesi bilir.
Çünkü bence " Her anne, kendi bebeği için mükemmel annedir."

sakinlikle, 
dinamikanne











3 Ekim 2013 Perşembe

Dünyayı Kadınlar Değiştirecek

Geçtiğimiz günlerde yaratıcılık festivali Kristal Elma'da ki konuşmacılardan biri Mercedes Erra idi.
Kadınlar üzerine bir konuşma yaptı.
Aslında çok tanıdık, çok bildik şeylerden bahsetti.
Türkiye'de alışık olduğumuz şeyler...
Dünya genelinde de böyle olduğunu anlattı aslında.
Dünya işgücünün %66'sını kadınlar oluşturuyor ancak gelirden %10 pay alıyorlar.Daha da fenası mülkiyetten %1 pay alıyorlar.
Bu nasıl bir matematiktir ben anlayamıyorum.Anlamak istemiyorum.
Kadın olmak bu kadar müthiş bir şeyken, kadına nasıl bu kadar az değer verilir...
Dünyada kadınların üçte ikisi okuma-yazma bilmiyor.Öncelik hep erkeklerde diye devam ediyor.
Ders başarı oranlarına bakıldığında aslında kadınların daha başarılı olduğu da aşikar.

Bir söylemi var ki buna yürekten inanıyorum.
"Kadınlar kocalarını iyi seçsinler.Hayatı paylaşmak çok önemli"
Ve bu sözü arttırıyorum ve şöyle devam ediyorum.
"Kadınların hayatında verdiği en önemli karar; birlikte olduğu kişinin kim olduğudur."
Bu karar sayesinde hayatınız şekilleniyor.

Hayatınızdaki özgürlük alanınız, rahatlığınız, hayatta giydiğiniz farklı şapkalar, çalışma hayatınız, ebevynlik hayatınız hep bu seçtiğiniz kişinin nasıl biri olduğuna bağlı.

Kadın olmak zor şey hayatta.Ama müthiş bir şey.
Aynı anda bir çok şeyi halledebilen, pratik zeka, çalışan, evi çeviren, işi toparlayan...
Çocuklara, eşine, büyük aileye, arkadaşlarına, kültüre, sanata vakit ayırabilen...
Kafasında bir çok şey varken, hayattan geri kalmayan...

Siz hiç şöyle bir erkek tanıdınız mı?
Sabah kalkıp duşunu alan, üzerini giyinen, iki lokma ağzına bir şey atan, çocuğunu-çocuklarını kaldıran, okula hazırlayan, çocuğun beslenmesini düşünen, ders programını gözden geçiren ve gerekli şeyleri hazır eden, okula yolculayan, evi der-top eden, akşam evde yardımcı olsa bile ne pişireceğini düşünen (yardımcıya da pişirilecek yemeğin söylenmesi gerekiyor değil mi), işe gidip çalışan, orada çalışan ve sosyalleşen, haftasonu için sosyalleşme programı yapan, çocuğunun gelişimi için ileri basamakları planlayan.....
Ayyyyy.yazarken içim şişti.
Sahi, böyle bir erkek var mı?Benim tanıdığım yok.Eğer varsa sevgilimin o kişi ile arkadaş olmasını istiyorum.
Tanışalım, kaynaşalım.

Canım sevgilim, her konuda çok yardımcı biri olsa da olmuyor.
Kadın her şeyi daha derinlemesine düşünüyor.
Basit güzeldir mantığında, bu kadar derin düşünmüyor erkekler.

Hakkaniyetin, hayattaki en önemli şeylerden biri olduğunu düşündüğüm için işte bu acı gerçeklerle yüzleşmeye tahammülüm olmuyor.
O yüzden, erkek annelerine çok iş düşüyor.
Paşam, koçum, yürü be, sen erkeksin şeklinde yetiştirmemek gerekiyor diye düşünüyorum.
Hayatı eşit şekilde bölmek gerekiyor.
Herkes kendi sorumluluğunu bilmeli ve ötesine geçmeli.
İşte o zaman belki daha güzel bir dünyada yaşarız.
Bizimm ömrümüz kadınların el üzerinde tutulduğu -yok el üzerinde de tutulmasın, sadece haklarını alsınlar yeter- bir dünyayı görmeye yeter mi bilinmez ama en azından çocuklarımız, torunlarımız bu dünyada yaşasın...
Dünyayı, kadınlar değiştirir.
Erkekleri de yetiştiren kadınlardır çünkü...

Güzelliklerle, Sevgiyle...
dinamikanne

2 Ekim 2013 Çarşamba

Ek Gıdaya / Tamamlayıcı Beslenmeye Geçiş Süreci

Emzirme döneminden ek gıdaya, diğer bir adı ile tamamlayıcı beslenmeye geçiş için çok heyecanlıydım.
6 ay sadece anne sütü almasını çok istiyordum.İstediğim gibi de oldu.
Sütümün olması için daha önce http://www.dinamikanne.blogspot.com/2013/01/lohusalkta-sut-yapan-besinler.html buarada neler yaptığımı anlatmıştım.
Şu anda Mina 10. ayına girdi ve mama ya da devam sütü kullanmadan bu dönemi geçirdik.
Tamamlayıcı besinlerin, ana öğün ile yer değiştirmesine kadar da böyle devam etmeyi düşünüyoruz.
İlk tanışma anımızda ona bu sözü vermiştim.
Geldiği sürece, hiç sızlanmadan onu anne sütü ile besleyecektim.
İlk dönemler anneler bilirler, göğüs ucu sızlar, hatta bazı annelerin göğsü yara olur, çok can yakar.
Mina'yı bir gece emzirirken ve canım acırken ona şöyle bir söz vermiştim.
Canımın acımadığı zaman, çok yorgun olsam bile hiç şikayet etmeden her istediğinde emzireceğim seni...


Mina 6,5 aylıkken işe başlayacaktım.
Tamamlayıcı gıdalara başladıktan 1 ay sonra çorbalara geçilebiliyordu.
Mina, biberon alan bir bebek değildi.Aslında ilk zamanlarda almıştı ancak sürekli gittiğim yerlere götürdüğüm için ve emdiği için biberonu unutmuştu.
Biberon alması için o kadar çok uğraştım ki...
Sanki çocuk aç kalacaktı ben yokken.
Aç bıraktım verdim almadı.
Parka çıktık, sahile çıktık, arabada, dağda, bayırda...
Yok kabul etmedi tekrar.
Daha sonra doktorumuz zaten almaması daha iyi, kaşıkla besleyeceksin, bu şekilde ek gıdayı da daha iyi alır demişti.
İçim rahatlamıştı.

6 ay sonuna kadar yalnızca anne sütü diyenlerdendim.
Ama biberonu almaması ve işe başladığımda çorbalara geçebilmesi nedeni ile 5,5 aylık iken tattırmaya başladım.

İlk ek gıda olarak yoğurt tavsiye ediliyor uzmanlar tarafından.
Anne sütüne en yakın besinlerden biri, bebek yeni bir şey keşfetmiyor.
Tatlı bir şey ile başlandığında, çocuk tadı olmayan ya da ekşi şeyleri çok kolay kabul etmez deniliyor.

Ben kayısı ile başlamıştım.Henüz cam rende ile aramızda bir aşk yoktu bu dönemde.
Yalnızca tattırıyordum.Ağzına suyunu sıkıyordum ve şlapp şlaaap yalanıyordu.




Önce çok değişik geldi, dilini çıkartıp yalıyordu.Sonra kayısıyı inceledi.
Ertesi gün biraz daha haşır neşir olduk.Yarım kayısı verdim.
Diğer günlerde arttırdım ve 1 haftanın sonunda 2 tam kayısıyı yiyebiliyordu.

Burada en önemli şey şu :
- Porsiyonları yavaş yavaş arttıracaksınız.
-Toplamda bebeğin alacağı ek gıda günde 2 çay bardağını geçmeyecek.Yani ana öğün anne sütü, ara öğün ek gıda.
-Porsiyonları blenderdan geçirmeden vermek gerekiyor.O bebek olabilir ama besinleri ezebilecek bir damağı var.Burada cam rende ile aşk yaşamaya başlıyorsunuz.Siz nereye, cam rende oraya...

Yaklaşık 2 hafta küçük tattırmalar ile ek gıdaya geçişi yaptık.

6 ay bittiğinde porsiyonları biraz daha büyüttüm.Tattırmadan öte geçerek, ara öğün porsiyonuna çıkarttım.
Yani yarım armut, yarım elma, 1 anjelik erik gibi besinlerden sadece bir tanesini ara öğün olarak verdim.
Besinleri karıştırmadım.
Herkesin bir damak zevki var.Yiyemeyeceğiniz şeyleri çocuğa vitamin olur diye vermeyin.Onlar da insan değil mi ? :)

6 ay 1 haftalıkken sebze çorbasına başladım.
Meyve ile 2 hafta tattırarak geçirdik.
1 hafta meyveyi porsiyon olarak almaya başladı.
2. haftada ise sebze çorbasına geçiş yaptık.

Sebze çorbasını şöyle hazırladım ...
Hergün günlük olmalı ve bir kez daha ısıtılmamalı.Eğer ısıtılacaksa direk ateş ile temas etmemeli ve bain marie (benmari) usulu ısıtılmalı.
Yeşil sebzeler ile diğer sebzeler ayrı olarak pişirilmeli ve tel süzgeçten geçirilirken birleştirilmeli.
Bunun nedeni özellikle ıspanak birden fazla ısıtıldığında kanserojen bir madde üretiyormuş.
Ben içim de kafam da rahat olsun diye yeşil sebzeleri ayrı pişiriyordum.Zaten pişme süreleri de farklı.
Ve en önemlisi tel süzgeç.Bunun o kadar faydasını gördüm ki anlatamam size.Anlatırım aslında.Birazdan okursunuz :)
Bebek, ağzında pütürlü gıdaları çevirebiliyor ve bir kaç ay sonra her şeyi çok rahat yutabiliyor.
Sebzeler yumuşak kıvama geldikten sonra, blender kullanmayın ve tel süzgeçten geçirin.
Blender her şeyi su kıvamına getirdiği için, pütürlü gıdaları kabul etmeme olasılığı olabiliyor.
Tel süzgeç biraz zahmetli oluyor, 5 dakika daha fazladan bebeğinizin iyiliği için çalışırsınız ama değil mi?

3 gün kuralına uymaya çalıştım.Yeni sebzeleri 3 gün ara ile 3'er gün devam ettim.Eğer bebeğinizin alerjisi olursa hangi sebzenin alerji yaptığını kolaylıkla anlayabilirsiniz böylece.

İlk 3 gün : Havuç, patates ve kabak.Bunları 2 bardak suda düdüklü tencerede haşladım.Tel süzgeçten geçirdim.Kendi suyundan ekleyerek püreden biraz daha sulu olarak verdim.Çok sulu da vermedim.Uzmanlar suyun çok büyük ölçüde besleyici özelliği olmadığını söylüyor.Ve bebeklerin midesi küçük olduğu için su ile doldurmaya da gerek yok.
Bu arada içme suyuna da katı gıdalar ile geçtim.Bir kaç yudum yemeklerden sonra vermeye başladım.
4. gün bir sebze daha ekledim.6. güne kadar bu 4 sebze ile devam ettim ve 7. gün bir sebze daha ekledim ve toplam 5 sebze ile 3 gün daha devam ettim.

İçine hiç pirinç, irmik, bulgur koymadan devam ettim.Mina'nın kilosu iyiydi.Doktorumuz verebileceğimi söyledi ancak ben vermemeyi tercih ettim.Bebeği ekstradan şişirmeye gerek olmadığını düşünüyorum.
Eklenebilecek en masum bulguru görüyorum.Son dönemlerde bir çimdik, vitamin alabilmesi için ekledim.

Geçenlerde bir arkadaşım tüm sebzeleri buzdolabı poşetine porsiyonlar halinde koyduğunu söyledi.
Taze taze tüketmesinden yanayım.Ama zor durumda kalırız, kar-kış-kıyamet olur da sebze alamam diye ben de hazırlayıp attım dolaba...
Tabi ki yeşiller ayrı, diğer sebzeler ayrı dolapta.





Mina 7. ayın sonunda sebzeleri ekleye ekleye, havuç, patates, pazı,enginar,patates,soğan,semizotu,kereviz,biber,ıspanak,fasulye, kabak gibi tüm sebze karışımlarını yiyebiliyordu.

8.ayda kahvaltıya başladık.
Kahvaltıyı anne sütü içine 7 tahıl koyarak başladım.Doktorumuz özellikle 7 tahılı almasını önerdi.
Bazı bebeklerin glutene alerjisi olabiliyormuş.
Bir çok firma hazır olarak satıyor bunu.Onlardan aldım ancak porsiyonunu çok küçük tuttum.
Hazırlanışında formul mama ya da su ile hazırlayın diyorlardı ancak ben anne sütü ile karıştırarak yedirdim.
Tarifte 2 büyük çorba kaşığı yazıyordu ben bir tatlı kaşığı koyarak tattırdım.
Yaklaşık 1 hafta kadar bu şekilde devam etti.
Daha sonra haşlanmış yumurtanın sarısını çeyrek olarak başladım ve 1 hafta içinde tam yumurta sarısına çıkana kadar gün gün arttırarak yedirdim.
Daha sonra peynire başladım.Bizim yediğimiz peyniri su dolu bir kavanozda bekletiyorum ve buradan veriyorum.
Bebeklerin tuz almaması gerekiyor ancak tuzsuz peynirler yeni peynirlermiş ve daha çabuk mikrop üretebiliyormuş.Bu nedenle normal peyniri suda bekleterek tuzunu çıkartmayı tercih ettim.
Yine 3 gün kuralını uygulayarak bir yeni besin ekledim.
Sonuç ;




ve buna bir de pekmez ekledim.Şu anda bu şekilde kahvaltı ediyor.Ama bulamaç haline getirmeden vermeyi tercih ettim.Hepsinin tadını ayrı ayrı aldı.O yüzden dışarda bir yerde kahvaltı ederken de çok büyük kolaylık oluyor bana.Mesela yumurtayı tek başına severek yiyor.Ya da peyniri...
Ve şöyle bir tablo çıkıyor ortaya.




Ve yoğurt.Bizim bu yedilerimiz yoğurt falan değil.Hazır yoğurtlardan bahsediyorum...
Tabi ki evde "doğal maya" ile yoğurt yaptım.
Ama "doğal maya" bulana kadar çocuğu bir kaç ay bekletmek durumunda kaldım.
Parkta tanıştığım bir annede vardı ama bir türlü buluşamadık ve sonrasında Şile'de organik bir hayat süren Fatih'in halasından bulduk.
Günlük şişe süt aldım, her gün sabahtan mayalayıp, öğleden sonra yedirdim.
Bu günlük pastorize süt, açıldıktan sonra 3 gün dayanabiliyor.Bu sütten birer kase olmak üzere 3 gün yoğurt mayaladım.
Kasede yoğurt mayalamak oldukça zor.Ya küçük tencerede kendi sıcağı ile mayalayacaksınız ya da ılık sütü kaseye aldığınızda altına sıcak su torbası koyarak mayalayıp kapatacaksınız.
Sonuç bu şekilde harika oluyor.

Mina, yoğurdu yadırgamadı ve çok güzel yedi.
Sonraki zamanlarda yoğurdunun içine kayısı, şeftali doğrayarak meyveli yoğurt yaptık ve bunu da iştahla yedi.

Kahvaltıya geçtikten sonra ve bir kaç gün geçtikten sonra etlere başladık.
Kuzu kıymayı 2 kez çektirip, 40 gr.lık küçük paketler ile buzluğa koydum.7,5 aylık olduktan sonra çorbalarının içine bu kıymalardan koyduk ve blenderdan geçirdik.
Mina artık pütürlü gıdaları yiyebiliyordu ve kıyma büyük parçalar halinde kaldığında onu yemekten pek keyif almıyordu.O yüzden blenderdan geçirip vermeye başladık.
9. ayın sonuna kadar her gün çorbasının içinde kıyma tüketti.
Daha sonra kuzu bifteğe geçtik.Yine aynı oranda kuzu bifteği çorbasının içinde yiyor.
Ve altın kurallardan biri.
8. ay itibari ile çorbası yedirirken kaşığına bir çimdik tuz dökmemizi ve öyle vermemizi söyledi doktor.
İyot ihtiyacını buradan karşılıyormuş.İyotlu tuz olması gerekiyor.Yemeğin bütününe değil, yalnızca kaşığına koymamızı önermişti doktorumuz.

Şu anda 9 ayı bitti.Ve doktorumuz salçasız ve tuzsuz olan yemeklerin tümünden tadabileceğini söyledi.
Biber ve kabak dolması gibi.

Çorbaları da çeşitlendirdik.Ev yapımı tarhana çorbası ve yayla çorbasını da çok severek içiyor.
Sebzeden sıkılmasın diye dönüşümlü veriyoruz.
Tarhanayı bildiğiniz birinden alın.Çok besleyici olabileceği gibi çok zararlı da olabilir.
İçinde ki miktarlar çok öenmli.
Benim anneciğim bol domatesli, bol yoğurtlu yapıyor.Un olarak da içine tam buğday unu koyuyoruz az miktarda.
Ve içine booooool sevgi koyuyoruz.Kuzen sevgisi...




Alper'e bayılıyor Mina.Herkes tarhana ile oynarken, Mina abisine hayranlıkla bakıyor :)

Evet buraya kadar okumayı başardıysanız bu uzun yazıyı, biraz psikopat olduğumu düşünebilirsiniz.
Yemek konusunda çok hassas davrandım.Mina ile ilgilenen ablamız da çok ilgili bu konuda.O yüzden çok şanslıyız.

Gözüm bu süreçten çok korkuyordu.
Dışarıya çıktığımızda ek gıda beni zorlayacak diye düşünüyordum.
Mina, anne sütü almaya hala devam ediyor.
Yanımdan eksik etmediğim cam rende ile hayat gerçekten çok kolay.
 Bir de her yeni besin ayrı bir keşif onun için.
Ve Mina'yı bu şekilde gözlemlemek müthiş keyif.

Şu andaki öğünü ;
-sabah yukarda bahsettiğim şekilde anne sütü ile kahvaltı
-öğlen meyve
-anne sütü (50 ml)
-bir kase çorba
-yoğurt
-anne sütü

6-8 ay arasında günde 2 çay bardağını geçmeyecek şekilde beslendi.
8-9 ay arasında 3 çay bardağı civarında tamamlayıcı besin alıyor.
Muhallebi vermeyi düşünmüyorum şu anda.Anne sütü almaya bu şekilde devam ederse menümüz uzun bir süre bu şekilde devam edecek sanırım.

Bol sütlü günlere...
Emzirme haftamız kutlu olsun !
sevgiyle&ışıkla
dinamikanne

1 Ekim 2013 Salı

Mina'nın İlkleri

Mina'nın ilklerini yazacağım bu yazıda...

Ne çabuk geçti, hiç anlamadım, anlamıyorum...
Eski günlerimizi düşünüyorum da, ne kadar çok vaktimiz varmış.
İnsan içinde bulunduğu durumu pek anlayamıyor sanırım.
3 çocuklu bir kadına göre de benim ne kadar çok vaktim vardır kim bilir :)

Mina, harika bir bebek.Artık bebeklikten çocukluğa doğru gidiyor.
Bana hiç sorun çıkartmadı.Hep birlikte vakit geçirdik.Her ortama ayak uydurabilen bir çocuk olduğu için sokaklarda, müzelerde, meyhanede, konserde hep yanımdaydı.
Yalnızca bir kez Mina'yı bırakıp dışarıya çıktık, 3 saat geçmeden de eve koşarak geri döndük.
Onu bırakıp, ondan ayrı vakit geçirmek içime pek sinmiyor.
Zaten öylesine çabuk büyüyorlar ki, şu anda bile bebekliğini özlüyorum.

5 aylıkken ilk tatilimize çıktık.
8,5 aylıkken ilk kez denize girdi Mina.O kadar çok sevdi ki suyu.Bodrum'da Eylül ayında çok sıcak sayılmayan suya bayıldı.
Zaten ilk tekmesini de karnımda atmıştı.O zaman yine Bodrum'daydık ve akşamüstü denize girmiştim.
Müthiş bir histi.

İlk dişi geldi.26 Eylül...
Mutluluktan ölebilirdim.
Elimi aldı ve ağzına götürdü, sivri bir şey geldi.
Aman Allah'ım diş, dişti bu.
Sanırım ikinci çocuğu doğursam ancak bu kadar sevinirdim.
Birbirimize sarıldık, yaklaşık 1 dakika öylece kaldık.
O da kutluyordu bunu gülümseyerek, "anne, başardım" dercesine.
Evet başarmıştı benim canım kızım, ateş ve huysuzluk olmadan, öylece çıkarıvermişti dişini.
Yine annesine kolaylık yapmıştı.

Şimdi yerde yuvarlanmaya başladı, yine 9. ayında baba dedi.
Anne kelimesini doğduğundan beri söylüyor zaten.Anneee diye ağlıyor.O yüzden çok da sorun değil "baba" demesi :))
Babası ile arasında müthiş bir bağ var.
Onları öyle görmek beni çok mutlu ediyor.

Mina'nın insanlarla iletişimi çok güzel.
Kuzenlerine bayılıyor.Özellikle Alper abisi ve Elif ablası ile çok güzel vakit geçiriryor.
Mina'ya sokak ve kalabalık olsun yeter.Ve onunla ilgilenen insanlar.

Geçen gün arkadaşı Ege'nin doğum gününe gittik.
Herkes, Mina'nın ne kadar uysal bir çocuk olduğundan bahsediyordu.
Mina'nın fotoğraflarını çekiyordum ve bir an o kadar çok gürültü yaptığımı farkettim ki :)
Böyle dinamik bir annesi olduğu için, bebek uysal olmayı seçmişti sanırım :)

İlk kez 11 Kasım'da dört ayak emeklemeye başladı.O hafta içinde de tutunarak kalkmaya çalışıyor.

Mina...
Canım kızım.
Hayatıma hep harika şeyler getirdin.
Ebevyn olarak bizi seçtiğin için çok şanslıyım.
Teşekkürler bizimle birlikte olduğun için.
Seni çok seviyorum.
Yolun ışıklarla dolsun.
dinamikannen :)

ŞŞŞŞŞŞŞŞTTTTTT! Yoga zamanı!

Mina'yı 5 aylık hamileyken başlamıştım yogaya.
Daha önce de yoga yapıyordum ama "hamile yogası" hep heyecanlandırmıştı beni.
Evet işte o gün gelmişti.
Daha önce başlayamamıştım, Mina'nın adı o zamanlar Mercan'dı karnımın içinde.
Küçük Mercan annesini biraz üzmüştü, o yüzden biraz daha beklemem gerekiyordu.
5 ay geçti ve heyecanla Cihangir Yoga'ya gittim.
Hatta telefonda, ders veren hocanın çocuğunun olup olmadığını sormuştum.
Derinlemesine analiz :)
Beni tanıyanlar bilirler.Mükemmeliyetçi ve didik didik araştıran biriyim.
Şans bu ya, ders veren hoca da hamileymiş.
Bu şekilde içim daha çok rahat etti.Tüm hareketleri, hamile olan birisi yaptıracaktı.
Bu durumda hiç bir şekilde endişe etmem gerekmiyordu.
Çok güzel bir kaç ay geçirdim.
Güzel insanların, güzel enerjileri ile dersleri tamamladık.
Hamilelik üzerine konuşmalar, bir sürü annenin enerjisi, bebeklerin enerjisi, ahşap kokusu ile karışmış plastik matlerin kokusu ve şşşşşşttttttttt...

Hala görüştüğümüz Ferhan Hoca'nın tavsiyesi ile derslerde ellerimizden biri kalbimizde, biri karnımızda "şşşşttttt" diyorduk.
Bu sesler bebek ile anne bağını kuvvetlendiriyormuş.
Mina doğduktan sonra da şşşştttttt sesini duyduğunda varolan durumunu değiştirmeden hayatına devam ediyor.
Onu uyuttuğumda birinden bir şey isterken ki bu genelde canım sevgilim oluyor ona şşşşşttttt diyorum.
Kabul ediyorum, bu biraz sinir bozucu olabiliyor ama bu şşşşşttttt, o bilinen şşşştttt lerden değil.
Ben de hiç sevmem o diğer türlü şşşşştttt leri.
Eğer size de bir gün şşşşşşttttt dersem, bunun nedeni bu işte.
Bilin istedim.
şşşştttttt
sevgiyle,
dinamikanne