29 Kasım 2013 Cuma

Sosyal Anneler


Sosyalleşme ile ilgili pek sorunum olmadı bu zamana kadar.
Anne olunca daha fazla sosyal oluyorsun, bu bir gerçek.
Özellikle çocuklu anneler ile beş dakikada kaynaşıp, numaraları alıp verip, sosyal medyada ekleşip sonradan buluşuyorsun.
Bizim hayatımıza 4 süper arkadaş girdi Mina doğduğundan beri.
Bebekler kaynaşıyor, çocuklar aynı yaşlarda ise konuşacak bir çok şey oluyor.Değilse de deneyimleri paylaşıyorsun.
Çok güzel dostluklara dönüşüyor sonrasında.
Mutlu annelerin, mutlu çocukları hemen farkettiriyor kendisini.
Sadece merhaba deyin...
Gerisini çocuklar getiriyor...

sevgiyle,
dinamikanne

Bir Aşure Hikayesi



Ben hiç pişirmemiştim.
Hep niyet ettim ama yolumuz bir türlü kesişmedi.

Bu yıl yapacaktım, kararlıydım.
Bu kararımı bir söylenti destekledi.Kesin yapmalıydım artık.
Kızı olan evinde aşure kaynatmalıymış.
Bolluk, bereket olurmuş.Hiç yapamıyorsa bir cezvede yine de kaynatmalıymış.
Mina'nın dişi çıktığında diş buğdayı yapmamıştım.
Bu aşureyi Mina'nın diş kutlaması niyeti ile de pişirdim.
Oldu da bitti maşallah.
Peki nasıl oldu?

Aşure zamanı muharrem ayının 10. gününden itibaren başlar.
Asara kelimesinden türemiştir.Arapçada "On" anlamına geliyormuş.
Bir çok olay olmuştur geçmişte bu döneme denk gelen.
O yüzden herkes kendisinden bir şey bulur Aşure zamanında.Tüm dinler birleşir.
Belki de o yüzden tüm yiyecekler birleştirilerek kaynar, karışır birbirine...

Yaradan, tarihteki Aşure günlerinde 10 peygamberine 10 büyük güzellikte bulunmuştur.

1.Hz. Musa denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.


2. Hz. Nuh gemisini Cûdi Dağının üzerine demirlemiştir.
3. Hz. Yunus balığın karnından kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem'in tevbesi kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.
Aşure yemeğinin çıkış noktası ise Hz. Nuh'un tufandan kurtulması ile gemidekiler yorulmuş ve acıkmıştır.
Ambarda yeteri kadar yemek yoktur.Her şeyden azar azar kalmıştır.
Bu yiyecekleri karıştırarak pişirirler ve o kadar bereketli olur ki bu az yiyecekler çoğalarak herkese yeter.

Gerçekten de azıcık yiyecekler nasıl da çoğaldı gözümün önünde...
Aktardan buğday aldım.Israrla 1 kilo almamı söyledi.Aldım ama çoğalarak arttığını bildiğimden yaklaşık 700 gr pişirdim bir gün önceden.



Altın kural :
1 gün şişecek, diğer gün pişecek.
Ben her şeyi göz kararı yaptım.

Birinci gün akşamdan buğdayı haşladım.İçine tarçın çubuklarından koydum.Suyunu çektikçe su ekledim.2 saat kısık ateşte haşlandıktan sonra ağzını kapatarak 1 gün dinlenmeye bıraktım.Yine içinde tarçın çubuklarını bırakarak.
Buğdayın çok iyi haşlanması önemli.
Ertesi gün sabahtan biraz kurufasulye, biraz nohut ıslattım.
Düdüklü tencerede ayrı ayrı haşlandı.
Meyveleri,  ailemizin yeni ferdi Zeynep Teyze'miz gün içinde ayrı ayrı ıslattı.
Kuru kayısı, kuru incir, kuru dut (bunu herkes koymuyor, bence dutsuz olmaz) , kuru üzüm, kuş üzümü...




Akşama kadar bunlar su içinde bekliyor ve bir kaç kez sudan geçirdikten sonra (özellikle siyah olanları yıkamak gerekiyor, yıkanmazsa aşure kararıyor) küçük küçük doğranıyor.

Bekleyen ve şişen buğdayı kısık ateşe koyuyoruz, o tekrar ısınırken sıcak su ekliyoruz.
Sıcak su ile bir taşım kaynıyor.
Ayrı bir tencerede bir miktar pirinç kaynatılıp, iyice haşlandıktan sonra buğdayın içine karışıyor.
Daha sonra nohut ve fasulye birleşiyor bu tencerede.
Bunlar birlikte vakit geçiriyor bir süre.Kaynaşıyorlar, alışıyorlar birbirlerinin ritmine.
İçindeki tarçın çubuklarını çıkartıyorum.
Bir portakal kabuğu rendeliyorum ve içine suyunu sıkıyorum.

Alt komşum Yasemin ablayı çağırıyorum kendim tam karar veremediğim için.
Aslında karar verememekle alakası olmadığını düşünüyorum bir süre sonra.
Ben böyle geleneksel şeyleri yaparken herkesin elinin değmesini seviyorum.
Yasemin abla bizim süper kahramanımız.İhtiyacımız olduğunda süper kahraman edası ile koşup geliyor hemen.

Yeter miktarda haşlandıktan sonra içine meyveleri ekliyoruz.
Ama durun o da ne?
O kadar çok oluyor ki 3 tencereye bölmek durumunda kalıyoruz.
Sonra meyveleri bölüyoruz 3 tencereye.
Kaynıyorlar yine hep birlikte.
                                     Meyveler Mina'nın kalite kontrolünden geçiyor.

En son şeker eklemek gerekiyor.Şekere karşı olan ben, şeker almamışım.Tamamen unutmuşum.
Evde toz şeker yok.
Süper kahramanımız getiriyor evinden bir parça ama yetmiyor.
N'apıcaz diyor.Çünkü Yasemin abla her şeyi ölçü ile yapıyor ve o ölçü dışında bir şey olduğunda huzursuz oluyor.
Bir şey olmaz dur "yolda toplar" diyorum.
Yine bir miktar huzursuz ama belli etmiyor sanki.Ya da ben öyle anlıyorum.
Saat akşam 10:00.
Açık yer yok.
Fatih ofiste ve eve gelmek için yola çıkmış.
Bulduğun yerden 2 kilo şeker al diyorum.
Bir de hurma şekeri.Bu çok önemli sakın bulmadan gelme diyorum.
Tüm aktarları dolaşıyor ama hurma şekeri alamıyor.Çünkü hepsi kapalı.
Toz şekeri buluyor.
Onun gelmesi daha geç vakiti bulacak diye en üst komşudan şeker istiyorum.
Aylin getiriyor şekeri, Mina'ya da bakıyor biraz.
Neyse, şekere kavuşuyoruz.
Şekeri ekliyoruz ve altını kapatıyoruz.
Şekersiz aşureden şeker hastası olan anneme ve ofisteki hamile 2 arkadaşıma ayırıyorum.
Hurma şekeri gelmediği için evde bulunan hurmalardan koyuyorum içine.
Tadında fark yok, yalnızca birisi daha sağlıklı.
Sonra karşı apartmana, bizim apartmana hane kişi sayısına göre dağıtıyorum.
Ben öğrenciyken aşure getirirdi komşu.Öyle çok sevinirdim ki.
Bir öğrenci için sıcak ve beklenmedik yemek kadar pek az güzel şey vardır.
Aynı sevinci karşı binada oturan genç çocuklara da yaşatıyorum.

Bizim geniş aile için de ayırıyorum.
Ertesi gün ofise de bir kaç adet getiriyorum.


Yapması zor değil ama zahmetli.
Gece 01:00 ' de yatıyorum belim ikiye ayrılarak ve bir zafer kazanmış edası ile...
Böylece her sene yapılmak üzere yerini alıyor hayatımızda.

Kutlu & Mutlu olsun Aşure günü.
Bolluk bereket olsun.
Mina'nın diş buğdayı da kabul olsun :)
dinamikanne








25 Kasım 2013 Pazartesi

Saklı Bahçemiz "Bostan" / Toprağa Dönüş

Şehirli olduk hepimiz.
Kocaman, taş binalar arasında gelip geçiyor hayatımız.
Kimileri "şehirli" olmaktan gayet memnun.
Kimileri de küçücük bir bahçe için her şeyini verebilir.

Beni yakından tanıyanlar bilir, şu hayatta en çok istediğim şeylerden biri bahçeli bir evdir.
Bir kaç yıl önce hayalimdeki evi bulmuştum.
2 ev arasında kalmıştım.Şimdiki evim ve o bahçeli, güzel ev.
Bir şekilde vazgeçmek durumunda kaldım o bahçeli evden.
Benim olmasa da benimdi o ev.Önünden her geçişimde, durup o eve ve bahçesine bakıyorum.
Buna babam da eşim de o kadar alıştı ki, oradan geçerken arabayı durduruyorlar ve ben inip bakıyorum o eve.
İbadet eder gibi...
Nerede daha mutlu olurdum diye soruyorum kendime.
Cevabını bilmiyorum.
Bu evim denize ve karşı tarafa çok yakın.
Belki bir gün, bir kesişim kümesi bulurum :)

Bir kaç zamandır gittiğim bir mekan var.Bizim mahalleye yakın bir yer.
Çok kozmopolit, her çeşit insanın olduğu, renkli,bünyesinde cami, kilise ve sinagog barındıran gönlü geniş bir yer.
Burada bir bostan var.
Kocaman bir "Bostan"...
Bu bostanda bir okul yapılacaktı, sevgili halk istemedi ve o proje iptal oldu.
Burada nefes aldığımızı hissediyoruz.
Yemyeşil...
Her hafta bir atölye gerçekleşiyor.
Geçen hafta koca kazanda aşure kaynatıldı mesela.
En bol, güzel malzemelerden...



                                                    KAZANLAR KAYNARKEN

Bir sonraki hafta ise evdeki kullanılmayan eşyaları getirdi herkes, korkuluk yapıldı.
Ve de uçurtma.Herkes hayallerini uçurdu...
Çoluk, çocuk, tombalak herkesin kendisine bir şeyler katabileceği bir yer.


                                           Mina kuzenleri Duru & Damla ile

                                                   Canım ailem derken Mina:)

                                                      Mina ve anniş


                                  Uykusu olan Mina ve tüm korkuluklar Mina'yı beklerken


Çimen, toprak, temiz hava var orada ama aynı zamanda çok güzel insanlar da var.
Mesela  A. var orada.
Bostanı her şeyi ile sahiplenmiş biri.
Kollektif yaşayan, o ruhu yaşayan ve yaşatan, ışık ışık biri.
Herkese sevgisi eşit.Mücadeleci...
Bize şöyle fısıldıyor yaktığı ateşin karşısında, mis gibi odun ateşinde demlediği ve ikram ettiği çayı içerken.
"Biliyor musunuz, biz dolunayda burada uyuyoruz.
Haziran gecesinde ateş böceklerinin birbirine kur yaparkenki sesini dinleyerek uykuya dalıyoruz"...
İşte o zaman daha çok sevdim burayı.
Kendimi daha fazla ait hissettim toprağa ve buraya...

Bostan insiyatifi ile herkes küçük bir alanı sahiplenmiş ve küçük tarlalar olarak belliyor, çapalıyor, ekiyor.
Ürünler de ortak, beller, kürekler, çapalar da...
Biz de kendimize bir yer alıyoruz A.'nın yönlendirmesi ile.
Ertesi gün burayı belliyoruz ablam, ben, annem ve Mina ile.
Mina bostanı çok seviyor.
2 saat, Kasım ayının güneşli soğuğunda açık havada uyuyor.
Uyanınca gülümseyerek uyanıyor.
Çimen kokusunun sarhoşluğu ile...

Çapayı alıyoruz elimize, çapalıyoruz.
Ablam soğan getiriyor ve ekiyoruz.
Çevresinde soğan olacak tarlanın.İç kısımlarında da başka türlü şeyler.
Pazı, ıspanak, dereotu olabilir mesela.
Tohum için Eminönün'e gidip tohum alalım diyor annem.
Bin tane rahatsızlığı olan annem burada canlanıveriyor.Eminönü'ne gitmeyi gözü kesiyor.
O derece canlandırıyor bizi Bostan.

Yan tarla için uğraşan ve ekimini bitiren bir grup vardı.
Çok da güzel oldu bahçeleri.
Son işlem olarak, dışardan getirdikleri gübreyi serptiler.
A. bunu gördü ve o gübrenin içinde kimyasal olduğunu, diğer topraklara da sirayet edeceğini, toplayabildiklerini toplamaları gerektiğini söyledi.
Öylesine içselleştirmişti ki, sınırların dışında yapılan bir şeyi anında görüveriyordu A.
Sonra gelip hemen duruma açıklık getiriyordu.
İsteyin benden, ben size gübre veririm buradan diyordu.
Sorunu gideren, çözümü getiren kişiydi A.

Ben ona "Bostan'ın Kahramanı" ismini verdim.
O her zaman orada ve Bostan'ı koruyor çünkü.
Yaşamak için belli işleri yapıyor ve müthiş zengin ruhu ile orayı sahipleniyor, şenlendiriyor.

A.'ya baktığımda "Balıkçı ve Ceo hikayesi" geliyor aklıma.
Hani şu hikaye :
Bir gün bir ceo bir kasabaya gider.Bir balıkçı görür ve ona işlerin nasıl olduğunu sorar.
Olta ile balık tutan balıkçı gayet iyi olduğunu, hayatını sürdürebilecek kadar balık tuttuğunu ve çok mutlu olduğunu söyler.
Burada iş fırsatını gören Ceo şöyle der balıkçıya.
-"Neden daha büyük bir ağ atmıyorsun?"
-"Niye atayım ki" diye sorar balıkçı?
-"Daha fazla balık tutabilirsin ve tuttuğun bu balıklarla bir tekne alabilirsin" der.
-"Tekneyi alıp ne yapacağım" der balıkçı.
-"O zaman daha büyük ağlarla balık tutar ve daha fazla kazanırsın.Hatta belki bir kaç tane daha tekne alırsın ve çok büyük paralar kazanırsın" diye devam eder Ceo.
-"Peki ya sonra ne olacak" der balıkçı.
-İşte o zaman çok zengin olursun ve ailenle daha sakin bir kasabaya yerleşip keyifli yaşarsın, hayatını yavaşlatırsın ve her andan keyif alırsın" der Ceo.
-"İyi de ben zaten şu anda bunu yaşıyorum "der balıkçı.
-Hülooğğğğ !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Bu hikaye başladığın yere dönme hikayesidir benim gözümde.
Basit her zaman güzeldir...
Çok çetrefilli yaşamaya gerek yok hayatı.
Şehirin içinde, kaçamak yaptığımız ve sahiplendiğimiz bir Bostanımız var.
Ne kadar birlikte oluruz bilemeyiz...
Şimdilik okul projesi iptal ama yine bir proje önerisi ile gidebilirler.
O zaman yine mücadele edilecek.
Bırakın hep birlikte -çoluk,çocuk bizler- nefes alabileceğimiz, sosyalleşeceğimiz bir yerimiz olsun.

Soğanları ekerken annemin bir sözünü söylüyor ablam.
Soğan ve pırasa ;
"Ah bir toprakla biraraya getiren olsa şu başımı, ben her yerde biterim" demişler.

                                             Soğanları ektik, işimizi bitirdik...

Bakın çevrenize siz de...
Belki nefes alacağınız bir yer bulursunuz.
Belki sizin oralarda da saklı bir cennet vardır ve sizi bekliyordur...

Sevgiyle & Işıkla
dinamikanne









22 Kasım 2013 Cuma

Degum


Bazen tek bir sözcük modunuzu değiştirir.
İlla herkesin anlaması gerekmez.
İki kişi arasında, hiç anlaşılmayan tek bir sözcük bile olabilir.

Bana bir mail geldi az önce.
Sevgilimden...
Tek bir kelime yazıyordu mailin başlığında.
Ve bu sözcük beni sesli güldürdü.

Mina 'nın söylediği bir kelime.Yuvarlamadan, tek çırpıda.
O söylüyor ansızın, biz gülüyoruz, o da gülüyor sonrasında.
Deli galiba bunlar diye :)

Degum o zaman size de :)))

Sevgiyle,
dinamikanne




17 Kasım 2013 Pazar

Bebekle Tatil (Bodrum Eylül 2013)


Mina 5 aylıkken ilk kez deniz tatiline çıkmıştık.
Babasının doğumgününü de içine alan bir tatile denk getirmiştik.
Hava çok sıcak olmadığı için Antalya'yı tercih etmiştik.
Güney her türlü sıcaktır ne de olsa diye...
Bunun yazısını  "bebekle ilk tatil" yazısında yazmıştım.Bu tatil yazısını da geç yazmışım.
Eylül'de yaptığımız tatilin yazısını yazmak da bugüne kısmetmiş.

Biz genelde bahar aylarında tatil yapmayı tercih ediyoruz.
Böylece güneşten pişmek, korunmak zorunda kalmıyoruz.
Hem de "bıç bıç" insan kalabalığından kaçınmış oluyoruz.
Bir de fiyat avantajı oluyor, bunu da göz ardı etmemek lazım.
E daha ne olsun değil mi?
Genellikle Mayıs-Haziran başı gibi güneye gidiyoruz.
Eylül-Ekim dönemi gibi Ege'ye gidiyoruz.
İlkokul bilgimiz burada devreye giriyor.Denizler geç ısınır, geç soğur.
O yüzden rotayı böyle çiziyoruz.
Arada bir kaç yakın bölge sığdırıyoruz.
Bir-iki yurtdışı planı yapıyoruz.
Bir bakmışız sene geçmiş :(

Eylül ayı için Bodrum'u tercih ettik.
Eylül'de Bodrum harikadır.
Sezon kapanmaya yakındır, çocuklu aileler evlerine dönmüş, okul yoluna girmişlerdir.
Sakindir, sessizdir, yorgundur Bodrum bu aylarda...

Benim için ilk kriter; denizin güzel ve temiz olmasıydı.
Önceden oda-kahvaltı yeterken ya bebek dostu bir otel bulmak durumundaydık ya da apart tarzında bir yere bakmamız gerekiyordu.
Mina, tamamlayıcı gıdalara geçtiği için Mayıs ayındaki Antalya tatili gibi "kolay" olmayacaktı.

Otel araştırmalarını yaptım ve dilediğim gibi bir otel buldum.
Bodrum Park Resort'da kalmaya karar vermiştik.Daha doğrusu ben karar verdim, bizim bey onayladı.
Genelde tatilde planı yapan ben, onaylayan o oluyor.
Bir gün, her şeyi ile ayarlanmış bir seyahat teklifi ile gelirse bana, yaşayacağım mutluluğun tarifi olmaz sanırım.
Benim kriterlerim çok fazla olduğu için ve her şeyi en ince detayına kadar düşündüğüm için böyle bir teklifle gelemiyor ne yazık ki canım sevgilim.

Otelimiz bebek dostu bir oteldi.
Bebek dostu denildiğinde benim aklıma düz ayak, bebek yemeği çıkan, merdivenlerde rampası olan ve yollarda devamlılık arz eden bir otel gelmişti.
Bebek dostunun pek bunlarla alakası yokmuş meğer.
Peysajı, yeşili, mini aktivitesi, bebek bakıcısı, bebek yatağı ve çocuk büfesi bebek dostu otel olması için yeterliymiş.

Otel, Bodrum'un en temiz ve en güzel koyuna sahip olan Yalıçiftlik'teydi.
Yıllar önce hemen yanı başında olan Hapimag Sea Garden otelinde kalmıştım.
O otelin denizi çok güzeldi.Yan yana oldukları için buranın da denizinin güzel olacağını düşünüyordum.
Gittiğimde, çok daha güzel bir denizi olduğunu gördüm.Koy olması nedeni ile, hiç dalga olmuyordu.

Otelde odalar küçüktü.
Müthiş rampalı bir oteldi.İtalyanlara ait bir mimarisi vardı.Sanırım çok konuşmaktan, rampa yapmayı atlamışlar.
Bu kadar rampa ve merdivene rağmen, nasıl bebek oteli olduğunu anlayamamıştım.
Peysajına diyecek bir şey yoktu.Oksijen cennetiydi.
Yemekler ortalamaydı.
Deniz ise, hayatımda gittiğim en güzel denizlerden biriydi.
Akvaryum gibi, rüzgar almayan, berrak, turkuaz rengi bir denizi vardı.

Mina, ilk kez denize girecekti.
Artık 9 aylık olmuştu ve denize girmesinde sakınca yoktu.
İlk gün, alıştırmak için şişme havuza su doldurduk ve güneş ışığı yardımı ile ısıttık.
Daha sonra bu suyun içine girdi.
Önce azıcık bızırdandı, sonra bayıldı.




Deniz suyu çok sıcak değildi.O yüzden havuz hayat kurtarmıştı.
Yaklaşık 15-20 dakika suda kaldı ve ardından hemen havluya sarıp, üzerini değiştirdim.
Deniz suyundan çıkınca, duş aldırmadım.
Ben kendim de denizden hemen sonra duş almayı tercih etmiyorum.
O tuz bana iyi geliyor.Kendimi iyi hissediyorum.
Mina'da duş almadı gün boyunca.
Akşam odaya çıkınca hemen duşumuzu alıyorduk.

Oda ve deniz arasında yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesi daha da önemlisi bitmek bilmeyen bir yokuş olduğu için, sabahtan her şeyi yanımıza alıyorduk ve akşam odaya çıkıyorduk.
O yüzden Eylül'de bu oteli seçmekle çok iyi yaptığımızı düşünüyorum.
Yazın tercih edeceğim bir yer olmaz.
Öğle sıcağında odaya çıkmak gerektiğinden in-çık ciğer dayanmaz o yokuşa.
Otel çalışanları çok büyük sevimlilikle "tatilde kilo almamak için çok güzel bir şans" deseler de çocukla yazın ortasında olmaz, olamaz, imkansız.

Otel personeli çok ilgili.Hele bir Mehtap ablası oldu Mina'nın.Öyle şeker ki.Mina ile yakından ilgilendi.İstanbul'a döndüğümüzde beni blogdan bulmuş, sosyal medyadan eklemiş.
"Bloğunuzu okudum, ne kadar şanslı bir bebek Mina" dedi ve ekledi.
Ne kadar hayat dolu bir annesi var, her anın kıymetini bilerek yaşıyorsunuz, size çok özendim, umarım ben de sizin gibi bir anne olurum ve Mina gibi bir kızım olur"...
Sizden sonra buraya pek çok çocuk geldi ama hiç biri Mina gibi değildi" diye devam etti.
Ben bunları okuduğumda Mina'ya tekrar sımsıkı sarıldım ve şükrettim.
Birbirimizi bulduğumuz için.
Mehtap abla, sırf Mina için FB ve Twitter açmıştı.
Bunu söylediğinde de çok duygulanmıştım.Bir sürü, çok güzel bebek vardı otelde.Ama elektrikler Mina ile başka türlü tutmuştu.
Belki tekrar kesişir Mehtap ablamız ile yolumuz...



Denizden çıktıktan sonra hemen üzerini ve çoraplarını giydiriyordum.
En sevdiği şey, deniz sonrasında "anne sütü" alarak şekerleme yapmak.
Şu anda da beni bekliyor :)



İkinci gün, denize girdik hep birlikte.
İlk önce biraz ağladı ama sonra o kadar çok sevdi ki, o sıralarda uyumadan önce kendi ninnisini kendisi söylüyordu.
Denizi o kadar çok sevdi ki burada uyuyabilirim dercesine başladı ninnisini söylemeye...
Fatih ile benim en bayıldığım şey; denizin altına dalıp Mina'nın ayaklarına bakmaktı.
Ayaklarını denizin altında birbirine kenetliyor ve baş parmaklarını oynatıyordu.
Dünyanın 7 harikasından birini görüyorduk.Bu kadar muhteşem bir şey!


Yeşil küreği her yerde.
Ona güven vermiş olacak ki denizde, kumsalda hep yanımızda.
Son 3 gün, küreği kaybettik ve bulamadık.
Hoşçakal "yeşilkürek" dedik...



Ben "mutluluk" un resmini çektim.
Budur işte! Hep umutla, neşeyle, hayatın her anından tat alarak ve heyecanla bak hayata Mina...



Bu mavi elbise bronz tenine ne de çok yakışıyor...Uyku mahmuru...


Her andan keyif alarak yaşamasını umut ediyorum Mina'nın.

Çünkü "hayat en güzel hediye"!



"Tatilde ayaklarımı uzatıp dinlenemedim" demesin anneler.
Ayak parmaklarıma farklı suratlar çizdim, ayak ucuma Mina'yı oturttum ve başladım hikaye anlatmaya.
Hayal gücünüzle, eğlence dozu doğru orantılı.
Bendeki hayal gücünü düşünürseniz, varın siz tahmin edin eğlence dozunu :)



Akşam oldu, en sevdiğim anlardır.
El-ayak çekilir, herkes yemeğe geçer...Kimse yoktur denizde, sahilde.
İşte o son denizi çok severim ben.
Bu akşam Mina ile birlikte girdik.
Babası azıcık söylendi bize, ama biz çok keyif aldık.
Giyindik, yukarıya çıkıyoruz.



Bir sonraki gün, babası bu sefer bana misilleme yapmış :)Ben denizdeyken, baba-kız pozu...



Mina, çok sosyal bir çocuk.
Önce karnını doyuruyor, sonra etrafı kesmeye başlıyor.
Kendisine bakan birilerini gördüğünde onunla iletişim kuruyor ve başlıyor mırıldanmaya, kaçamak bakışlar atmaya ve sonrasında da dik dik bakmaya :)
Strateji hep aynı.
Onu doyurup, "yeni arkadaşları" ile vakit geçirmesine fırsat tanıyoruz.
Yan masadakiler bu kez italyan.
Çok fazla Fransız ve İtalyan vardı.
Hepsi de çok ilgili ve şeker insanlardı.
Mina'nın bir fransız dedesi bile oldu.
Gugggguu Minnaaa diye sevdi hep :)



Tatil köylerinde olmazsa olmazdır zaten sinekler, böcekler.
Sineklik, duvak görevi görürken...
Aman yarabbim, o günler de mi gelecek?



Bebekli aileler için en ideal olanlar geniş, yatak gibi olan minderler.
Tabi ki bunları bulabilene helal olsun.
Herkes sabaha karşı 3'te falan gelip, havlu koyuyor.
Biz iki kez bu mindelerde ikamet edebildik.


anakız karesi...



Mina, sosyalleşmek için etrafı keserken...



Tatilde kitaplar olmazsa olmazımızdır.
Mina, 2 kitap bitirdi.Hem de o kadar kalındı ki...Hayvanlar alemi ve renkler :)



Yemek konusunda çok hassasım.
Mina'nın çorbaları ve yoğurtları günlük yapılır.
Tatilde biraz rahatlamak durumundaydım.
Ya tatili burnumdan getirecektim, ya da "yolda toplar" diyecektim.
1 haftadan bir şey olmaz ama değil mi?
Bebek dostu otel olmasından kaynaklı akşamları çorba çıkıyordu.
Gündüzleri ise uydurmasyon yemek yapıyordum.
Zeytinyağlı enginar, kereviz, barbunya gibi yemekleri bir kasede ezip bunları yediriyordum.
Yemek istemiyorsa makarna imdadımıza yetişiyordu.
Makarna ile ilk kez burada tanıştı Mina.
Eğer onu da beğenmiyorsa kaynak sahibi kadındım çok şükür.
Anne sütü ile hallediyorduk...
Meyve her gün bir porsiyon alıyordu.
Akşam da balık ve et oluyordu, dönüşümlü yediriyordum.



Denizden çıktıktan sonra mayosunu değiştirip, güneşe bırakıyoruz.

Yine etrafı kesiyor :)
Eylül'de tatil yapmanın en güzel tarafı, güneşten korunmaya gerek yok.
Güneş kremi olmazsa olmaz tabi ki.Ancak çok fazla korumaya gerek yok.



Otelin en güzel kısımlarından biri a la carte restauranttı.Deniz kenarında, yakamoz ve bol rüzgar...
Buna rağmen gittik, son anda çok estiği için Fatih'in en bayıldığı irmik tatlısını yemeden kalktık.
Ne büyük fedakarlık bu, bilemezsiniz.



Mina'nın ve benim en çok eğlendiğimiz yer.
Tamaaaam, benim daha çok eğlendiğim yer olabilir.Miniclub'ta çok eğlendik dans ederken.Uzun süredir sahneye çıkmıyordum.Hamilelik, lohusalık, bebek büyütme derken özlemişim sahneyi.
"Bir kaç yıl sonra Mina, annneeee buraya benim için geliyoruz, birazcık ben de eğlenebilir miyim derse şaşırmam" diyor Fatih.



Meğer çevremizde ne kadar çok çocuk varmış.
Ninna, Veronica, Nehir, Bulut, Ali, Melis....
Önceden pek farkında değilmişiz.




Mina'nın kahvaltısı.Yumurta, domates, maydanoz, peynir ve tam tahıllı ekmek.Pekmezden biraz yedi, şimdi oyun zamanı.



Son gün, giyindik ve yola çıkma zamanı...Mina biraz yorgun, evde dinlenir artık bol bol...Biz böyle küçük, sıcak ve birbirine çok aşık bir aileyiz.


Arkadaşlarına hoşçakal deme zamanı.Hoşçakal Veronica!

Harika bir tatildi.
Oradayken, tatili uzatsak mı biraz daha diye düşündük.
Hava durumuna baktığımızda havanın bozacağını öğrendik ve vazgeçtik.
Aslolan yoldur, gitmektir.
Ve gitmeye hazırdık, yenilerine kavuşmak için!

Bol tatilli günlere,
Sevgiyle,
dinamikanne



12 Kasım 2013 Salı

Hadi!


Benim en sık kullandığım kelimelerden biri "hadi"dir.
Harekete geçmek için, karşındakini harekete geçirmek için en etkili kelime bence.
Fatih'in en nefret ettiği kelime aynı zamanda.
Hadi dediğim zaman, geri dönüşü olmuyor çünkü.
Kafama bir şey koymuşsam, "hadi gidelim", "hadi yapalım", hadi görelim" haddi, haddi, haddiii....

Fatih,  "hadi" kelimesini bir gün çok seveceğini düşünmemiştir.
Mina'nın "anne, babba,mammaa,deddee,ayyyy" kelimelerinden sonra hayata dair söylediği ilk kelime "haddii"...
Kızının söylediği ilk aksiyon kelime olduğu için artık bu "haddi" leri seveceğini düşünüyorum.

Mina "haddiii" dediğinde,hemen aksiyon alıyoruz. Birlikte sokağa fırlayıp, dolaşıyoruz.

Böyle dinamikanne'ye, böyle dinamikyavru...

Hadi o zaman,
Bol "hadi" li günlere,
dinamikanne