17 Aralık 2014 Çarşamba

Tuvalet Alışkanlığı / Eğitimi

Mina ile birlikte Sağlık Ocağı'ndaki Ayşe hemşiremizin yönlendirmesi ile çıktık yola.
Dedi ki Ayşe hemşire; Çocuklar 1,5 yaşından itibaren kaslarını daha fazla tutabilir, çiş alışkanlığı kazandırmak istiyorsan başlayabilirsiniz.İşaretleri takip et, işaret veriyorsa üzerine düşüp, kısa sürede halledebilirsin.Hazır olmadığını anlarsan, üzerine düşme.
Mina'nın sürecini takip ettim ve bir kaç işaret verdiğini gördüm.Bilgisine çok güvendiğim Ayşe hemşire'nin önerisini dinleyip 1,5 yaşını doldurduğu gün başlamaya karar verdik.

Ben nasıl bir yöntem izledim, buyrunuz...

Öncesinde çocuğu hazırlamak gerekiyor.
- Çocuğunuzla 1 yaşından itibaren birlikte girin tuvalete.Sizi gözlemlesin.Sıralamayı her seferinde anlatın.Evet bir süre tuvalette de rahat olmuyor ama çocuklar her şeyi görerek öğreniyor, onun gelişimi için bu çok önemli.
-Zamanı geldiğinde onun da tuvalete oturacağını, bezi kullanmayacağınızı söyleyin.
-Bezini değiştirdiğinizde, kirli bezi onun çöpe atmasını sağlayın. (Bazı çocuklar bezleri ile duygusal bağ kuruyorlarmış, böyle yaptığınızda pis bir şey olduğunu anlıyor zaten çocuk)
-1,5 yaşına geldiğinde artık zamanının geldiğini söyleyin.

Klozet Adaptörü mü & Lazımlık mı?
Çocuk sizi klozete otururken gördüğü için ilk etapta klozet adaptörü ile başlayın.Çünkü lazımlığa alışan çocuk, sonradan klozete çok daha zor alışıyor. İçine düşecekmiş gibi hissediyor.
Adaptöre alıştıkan sonra lazımlık da kullanabilirsiniz dönüşümlü olarak. 

Çişler Tuvalette Yapılır
Çişler&kakalar tuvalette yapılır, evde salonun ortasında değil.
Bu yanlışı asla yapmayın, çocuğun tüm rutini bozulur ve evde salonun ortasında lazımlık hiç hoş durmaz değil mi?

Ödül & Ceza veren biri lazım => AYDEDE
Ödül veren de ceza veren de siz olmayın.
Birini bulun. Bizde o kişi "AYDEDE" idi.
Canım benim ya, ne çok emeği var üzerimizde bu Aydede'nin.Bu başlı başına ayrı bir yazının konusu.
Çişini tuvalete yaptığında ödül olarak ilk etapta bir kağıda imza attırıp, tuvalete bantlıyorduk.
Sonra işi biraz daha büyüttük ve yapışkan veriyordu Aydede. O yapışkanları duvara yapıştırıyorduk.
Eğer altına kaçırıyorsa Aydede'nin üzüldüğünü söylüyordum, yapışkanlardan bir tanesini alıyordum duvardan.
Bak bunu aydede aldı sen çişini tuvalete yapmadığın için diyordum.

Hane Halkı
Evdeki herkes bu sürece geçildiğinin farkında olmalı.Herkes aynı sistemde davranmalı.Bu şekilde bir rutin oluşuyor ve bu rutinin dışına çıkılmamalı.

Dışarda?
Eğer oğlunuz varsa şanslısınız. Pet şişeye nerede olursanız olun halledersiniz.
Kızınız varsa da biraz daha meşakattli olmasına rağmen yine de çok zor değil.
Ben arabaya bir tane lazımlık koymuştum, geldiğinde nerede olursam olayım durup çişini yaptırıyordum.
Eğer yürüdüğümüz bir yerse yanıma yedek poşetler alıyordum ve bu şekilde çözüyordum.
Bir de kağıttan tek kullanımlık lazımlıklar da hayat kurtarıyor.
Altın Kural : Ne olursa olsun, çişi nerede geliyorsa muhakkak yaptırın.Göz göre göre altına yapmasına müsade ederseniz, sil baştan yaşamaya hazır olun tüm süreci.

Bizim yaklaşık 2 hafta sürdü,bu süreçte altına kaçırdığı da oldu.
Bu dönemde çok fazla hijyen meraklısı olmayın.
Ev biraz çişlenebilir.

Çocuk Çişe Hazır Olduğunu Nasıl Anlatır

-Eğer akşam bağladığınız bezini sabah kuru alıyorsanız en büyük işaret bu.
-Eğer kakasını yaparken bir yerlere saklanıyor ya da eğilerek yapmaya başlıyorsa yine önemli bir işaret.

Bizim için süreç kolay oldu.

Bir sergideydik ve Mina renkler içinde kayboluyordu.
Birden bire yere eğildi ve "eeee-eeee" dedi.Çiş yapar gibiydi.Hemen tuvalete götürdüm çok yeni çiş yaptığını gördüm.
Aslında çişi geldiğinde çömelmiş ve yapmıştı.
İkinci olarak da gece bağladığım bezi sabah kuru almaya başlamıştım.
Bu da çok önemli bir gelişmeydi.

Tam 1,5 yaşını doldurduğu gün de bu sürece hane halkı olarak geçmeye karar verdik.
2 hafta sonunda Yunanistan'a gittik araba ile ve hiç fire vermeden bez bağlamadan harika bir tatil geçirdik.

Çok kolay bir süreç değil, başlıyorsanız sonunu getirmelisiniz.

Bu arada önceden yaz&kış diye ayrım yapıyorlarmış.Eğer çocuğunuzda işaretler mevcutsa, kış ayındayız diye başlamamazlık yapmayın.
Şu anda heryerde eşit ısı var, önceden tek odada soba var diye yaza kalırmış tüm çiş alışkanlığı.

2 yaş sürecine gelmeden de hallettiğimiz için çocuğun üzerinde ekstra baskı olmadı.

Bir de şarkı yazmayı ihmal etmeyin.
Birlikte geliştirin, uydurun.

Ben şöyle bir şarkı yazmıştım.


"Çişler, kakalar tuvalate...
Haydi size güle güleeee...
Floshhhh (sifon sesi) "

Mina bu şarkının sonunda bye bye çişlerrrr derdi.

Birlikte bir yolunu bulursunuz, çocuğunuzu izleyin ve ona destek olun.
Yapacaktır.

Çişsiz günlere,
sevgiler

dinamikanne

Kadın Erkek Eşit mi?

Geçtiğimiz gün Caddebostan sahilinde oturuyoruz.
Ablamla sohbet ederken bir kadın gördük.
Bir kadın yürüyor, kucağında Mina yaşlarında bir çocuk, sırtında bir bohça nasıl ağır nasıl.
Aynı zamanda çocuğuna agucuk, bugucuk yapıyor.
Kadın, anne...
Tüm misyonlar yüklenmiş üzerine.
Dinlenmek için duruyor, iki nefes alıp yola devam ediyor.
Ablam ekliyor ;
Kadın her yerde kadın.
Yoksul da olsa sosyete de olsa cefayı o çekiyor.

Varlıklı olan kadınlar için bazı insanlar; "bir sürü parası var, bakıcısı var, kendisi ilgilenmiyordur bile" diye düşünüyorlar.
Hayır efendim, çocuğu onun niye azımsasın, niye ilgilenmesin ki?
Başlı başına doğum kararı almak, doğurmak, emzirmek bile müthiş radikal bir değişiklik.
Acı&ağrı bıyutundan bahsetmiyorum bile.

Kadın olmak, her şeye rağmen güzel ve çok özel.
Kızım olduğu için de ayrıca çok mutluyum.

Kadın erkek eşitliği / eşitsizliği üzerine yazılıp, çizilir ya yüzyıllardır.
Bence eşit değildir.
Çoğunlukla;
- kendi yemeğini pişiremeyen, ütüsünü yapamayan, yalnızca para kazanmak için çalışan biri ile
- yemek pişiren, evin işlerini halleden, çocuk doğuran, para kazanmak için çalışan, çocuğunun okulu&yemesini&aktivitesini düşünen, evin alışverişini halleden, geniş aile ve arkadaş buluşmalarını ayarlayan biri ...
Sizce eşit mi?

İşte bu yüzden kadın olmak çok özel.
Çok yaşayın kadınlar!
sevgiyle,

dinamikanne


Annem benim cimri olduğumu düşünüyor...



Yatmak üzere hazırlandım ve ışığı söndürmek üzereyken annemin bir sözünü hatırladım.
Diyor ki bana "cimrisin sen, gece ışığı kapatıyorsun, küçücük çocuk karanlıkta nasıl uyusun"?
Diyorum ki annecim olur mu öyle şey, bu Mina'nın iyiliği için...
Gece 11:00 -02:00 arasında büyüme hormonları salgılanıyor ve bu hormonların daha sağlıklı seviyede salgılanabilmesi için zifir karanlık gerekiyor.
Çocuk daha zinde uyanıyor ve her şeyden önemlisi karanlık korkusu olmuyor.

Mina 8 aya kadar sepetinde yattı, sonra bir kaç gün koynumuzda yatsın derken 8 aydan bu zamana kadar yanımızda uyudu. Zaten "çalışan annenin dramı" isimli filmimde  günde 2-3 saat kaliteli zaman geçirebiliyoruz.
Bütün gün görmüyorum, bari bütün gece kokusunu içime çekeyim istiyorum.
Çocuk olmadan önce "aaaa kesinlikle yanımda yatırmam, herkes kendi yatağına" diyenlerdendim.
Çocuk doğunca dedim ki belki tek çocukta kalacağım, zaman zırt diye geçiyor ben çocuğuma, çocuğum bana doyamadıktan sonra uyku eğitimi olmuş ne işe yarar...
Bu gece yatağında uyuttum, tüm aileye iyigeceler dedik, uykuya geçti.
Bizim aile kalabalık olunca, herkese iyi geceler dileyelim derken uykuya rahat bir geçiş sağlıyor.
Şöyle başlıyoruz;
İyi geceler Emre
İyi geceler Elif
İyi geceler Alper
İyi geceler Arhan
İyi geceler Duru
İyi geceler Damla
İyi geceler Eliz
İyi geceler Ayaz
İyi gceler anane
İyi geceler dede
İyi geceler babaanne
---
Böyle gidiyor.Sonra diyoruz ki iyi geceler aydede.
Artık uyumaya hazırız.
 İyi geceler size de...

dinamikanne




23 Eylül 2014 Salı

Bebekle Tatil - Yunanistan Yolculuğu Temmuz 2014

Yollar, yolculuklar çok önemli hayatımızda.
Öyle ki Mina ile yılda bir kere oynadığımız bir oyunumuz bile var.
Hamilelik dönemimde Radyo Voyage dinliyordum.Sloganı "Dünyanın müziğine yolculuk olan" bir radyo elbette benim en sevdiğim radyo olacak.
Mina'nın doğum saatinde yani 1 Ocak 00:50'de hangi şarkı çalıyorsa o yıl oraya seyahat ediyoruz.
Bu oyunu her yıl oynuyoruz.2 yıldır twitterdan Radyo Voyage ile haberleşiyoruz, gelecek sene ben sormadan şarkıyı gönderebilirler sanırım, öyle bir hukukumuz oluştu.

İlk doğduğu yıl Prem Joshua çalmıştı radyoda.Alman asıllı bir Hintli kendisi.Hindistan benim de çok görmek istediğim bir yer ancak sağlık açısından çok küçük bir bebekle seyahat etmenin doğru olmadığını düşündüm.
Oyunu biz oynadığımıza göre kuralları da biz koyabilirdik öyle değil mi? Önce sevgili Prem alman asıllı olduğu için Almanya'ya gidelim diye düşünmüştüm, sonrasında da Yunanistan'da buluverdik kendimizi.
Öyle her şey kolay olmuyor ki canım ülkemde.Almanya kolay vize verdi de biz mi gitmedik?O kadar emeğe, evrak hazırlığına yalnızca 1 haftalık vize veren Almanya yerine daha uzun süreli vize alabileceğimiz bir yeri ziyaret etme kararı aldık.
Yunanistan :)
Hem Prem Joshua'dan önce çalan şarkı Yunan bir şarkıydı.Neyse yolumuzdan çok sapmamış olduk yani.

Yunanistan'da Halkidiki ve Thassos çok popüler olmuştu son yıllarda.
Hangisine gidelim diye düşünürken Thassos'ta karar kıldık.
Arkadaş çevremizden de bu bölgeye giden çok kişi vardı.
Biraz abartmayı seviyoruz Türkler olarak kabul edelim.
Kiminle konuşsak, "ayyy bir ıstakoz yedik, hariika hariika" diyordu sanki burada 7 öğün ıstakoz yiyormuş gibi.
Güzel yanları var ancak çok abartılan yanları olduğunu da düşünüyorum.
Şimdi 1,5 yaşında ki bir Mina ile günlerimizi nasıl geçirdiğimizden bahsetmek istiyorum.
Umarım yol gösterir bu yazı gitmek isteyenler.
Bu arada aslında bu yolculuk Mina'nın bir başarısına da ödül.
1,5 yaşında tuvalet alışkanlığı edinen canım kızıma minik bir kaçamak işte .

Thassos Adası Yolculuğu

Kendimle Kısa Bir Röpörtaj
  • İyi ki gitmiş miyim?    -Evet.
  • Yakın zamanda bir daha gider miyim?   -Hayır
  • Çocukla gitmek için güzel ve rahat bir yer mi?   -Evet
  • Yemekler lezzetli miydi?-Evet
  • Konaklama ucuz mu?   -Evet, pansiyon tipi ağırlıkta ve uygun fiyatlı.Bayram döneminde tüm fiyatlar artıyor.
  • Güvenli bir şehir mi?    -Evet
  • Mimarisi güzel mi?    -Hayır
  • Nelere dikat etmek lazım?     -Şehirlerin yunanca yazılışlarını ve feribot saatlerini muhakkak not etmeli.
 
  • Araba ile gidin
Otobüsler de gidiyor ancak gittiğinizde zaten araba kiralamanız gerekiyor.
Otobüs ücreti, araba kiralama parası derken hemen hemen aynı rakamları buluyor.
Adada otobüs ile de koylara seyahat edebilirsiniz ancak çok konforlu olmadığını söylemek isterim.
Ada oldukça büyük bir ada.Bir ucundan bir ucu yaklaşık 3 saat sürüyor.
Araba için bir takım evraklar var, bunları sevgili azgittimuzgittim toparlamış, bana çok yol gösterdi ve hemen bütün evrakları Seyrantepe'den hallettim.

  • Çocuk için yolluk hazırlayın
Yol hali,ne olur ne olmaz.Belki de Keşan çıkışı olan İpsala yerine Edirne'ye Pazarkule'ye gidersiniz benim gibi.Sonra Edirne camiisini görüp, bir fotoğraf çekip, Pazarkule'den Bulgaristan'a mı geçsek diye düşünürsünüz, sakin sakin oturan sevgiliniz ağzını açıp da bir şey demez, bir kez daha aşık olursunuz yanınızdaki adama.


                                                      Uyan yavrum Edirne'ye geldik :)

Bulgaristan'a geçmek ile geçmemek arasında kararsız kalmışken Pazarkule'den de Yunanistan'a geçiş olduğunu öğrenip rahatlarsınız.Sonra da sınırdaki memurun "iyi olmuş, bayram nedeni ile çok sıra var İpsala'da" söylemi teselli olur size ve tatil moduna yine dönersiniz.
Bütün bunlar olurken çocuk açtır, otoyolda yemek bulmak kolay değildir.Hala annesütü aldığından bir parça daha rahat olabilirsiniz ama "yolluk" şarttır.

Mina'ya hazırlık yaparken içimden gelenleri yazmıştım o an.

"Biz küçükken seyahate giderken yolluk hazırlardı annem.
En çok tren yolculuğunu severdim.Hele bir de kompartıman almışsak...Yatakları açardık trende,maaile giderdik.En çok trenin camından bakmayı severdim, bazen elimi rüzgara uzatırdım, yüzümü severdi ılık esintisi...
Şimdi kızıma, çıkacağımız yolculuk için yolluk hazırlarken bunlar geldi aklıma.
Yollukta neler mi var?
Kuveyt hurması, ceviz, ev yoğurdu,kuş burnu çayı ve meyve."

Bunları seyahat sırasında kahvaltı yaptı kendisine.Her yola, her ortama ayak uydurması nedeni ile bizim hayatımıza yol arkadaşı" olarak gelen bir kızımız var.Çok şanslıyız.



  • Dedeağaç
Ilk durağımız Alexandrapoli - Dedeağaç.
Burada çok fazla bir şey yok, deniz kenarında olan cafeler, bir kaç tarihi yer var.
Izmir'e çok benziyor.Bu cümleyi bir kaç defa daha yazabilirim.Çünkü Kavala'da da aynı hisse kapıldık.

  • Kavala
Kavala çok güzel bir şehir.Küçük ama sıcacık.Hem Avrupa gibi hem de bizim gibi.Biz niye Avrupa değiliz ki hala?
Yavaş akan bir şehir.Otelimiz tam merkezde.Otele yerleşip yemek için çıkıyoruz.

                                 Kim yemek yemek ister, deyince Mina el kaldırıyor hemen.



Sahilde ahşap mavi masaların olduğu bir mekana oturuyoruz.İsmi Anico.Tavsiye ederim.
Mina buraya bayılıyor çünkü bir masada müzik yapıyorlar, bir kadın şarkı söylüyor, evet Yunanistan'dayız bunu anlıyoruz kendimizi müziğin esintisine bıraktığımızda...

Çok güzel mezeler var, bize benziyor, oldukça da lezzetli.Bir de nerede yersen ye, iki kişi birer kadeh içki ile 35 euro civarında ödüyorsun.

Lüx kavramı ve salaş kavramı yok.Çok lux bir yerde de 3-5 euro fazla ödüyorsun.

Kavala'da gündüz sokaklar bomboş.Biz haftasonuna denk geldik ve herkes plajdaymış.
Akşam kordonda ki parkta açıkhava konseri oluyor.Yaz gecelerinde sıklıkla bir aktivite oluyormuş.Festival havasında geçiyor.
Herkes içkisini alıyor eline ve dans ediyor.
Çoluk, çocuk sokaklarda.
Herkes arada kaçamak yapar, arada sırada Mina geç uyuyabilir değil mi :)

                                   Kaldığımız otel.Odaları küçük, kısa süreli kalmak için ideal.

Sahildeki parkta biz müzik dinlerken Mina salıncakta sallandı.
Kolay bir şehir, eşit bir şehir Kavala.
Mesela lüx araba yok denecek kadar az.Elbette krizin de etkisi vardır ancak kriz görmüş bir ülke olarak bin lira maaş kazananların lüx arabaya bindiğine de şahidim.
O yüzden seviyorum burayı, hatta burada yaşasan ömrün uzar, o derece huzurlu.

Ertesi gün eski şehir kısmına çıkıyoruz.Osmanlı'dan izler var.Huzurlu bir yer.Biz bayramın ilk gününü orada geçiriyoruz.Farklı bir atmosfer hissediyoruz.
Tepeden bakıyoruz Kavala'ya.
Biz orada adı Yunan kahvesi olan ve bizim Turk kahvesine benzeyen kahvemizi yudumlarken, Mina bize su ile eşlik ediyor.

                              Mina Kavala'nın "olsdcity" kısmından şehire bakmayı pek sevdi.

  • Thassos

Thassos'a geçmek için feribota bindik.Feribot beklerken Mina kitap okudu ve güzel vakit geçirdi.
Yaklaşık 50 dakika martılar eşliğinde süren keyifli bir feribot yolculuğu yaptık.




                                                             Kitaplar olmazsa olmaz

Thassos'un haritası şöyle;


İki şekilde ulaşılıyor adaya.
  • Kavala- Prinos
  • Keramoti-Limenas
Saatlerine buradan bakabilirsiniz.Web sitesinde Türkçe seçeneğinin olması da beni ayrı bir mutlu ediyor.
http://www.thassos-ferries.gr/turkey.html

Biz Kavala'da kaldığımız için Prinos'a geçiyoruz.

Thassos'ta 2 deniz tipi var.
  • Akdeniz -Adanın kuzeyi genelde bu şekilde.Prinos, Makryammos kısmı Akdeniz maviliğinde ve dibi çok gözükmeyen, birazcık daha taşlı olan bir deniz.Antalya Kemer gibi düşünebilirsiniz.
  • Ege - Adanın güneyi ve doğusu bu şekilde. Psili Ammos, Golden Beach gibi.
Bir gece Prinos'ta konakladık.Pansiyon tipi konaklama çok yaygın.
Biz Electra Beach Hotel'de kaldık.
Buradan https://www.iliomare.gr/  deniz girdik ve yemeğimizi bu otelde aldık.Burada da lux kavramı yok.Yine 35-40€ civarına 2 kişi içki ile birlikte yemeğinizi alabiliyorsunuz.Ana yemek&ortaya bir kaç meze tabağı ve içki.
Bu otel çok pahalı.Bu kadar yüksek fiyat vermeye değmez.
Denizi de sitenin fotoğrafında gözüktüğü gibi değil, Akdeniz tipi bir denizi var.

Bagajlarımızı topladık ve yol nereye biz oraya çıktık yola.
Bölgede bir kaç merkez var.
Potos, Limenaria bunlardan ikisi.
Benim beklentimin altında kaldı buralar.
Sonradan anladım ki benim için bütünsellik önemli.
Yani süper denizi varsa mimarisi de öyle olmalı.Buralar bizim Çınarcık, Avşa adası gibi yerler.
Bir kaç ahşap sandalye atılmış sokaklara, taverna dedikleri restaurant-cafelerden oluşan çarşışı var, o kadar.
Ama mimari yok, doğa çok baskın değil.Bütünselliği olmadığı için beni çok çekmedi.
Yemek ve deniz süper ama o kadar.Ambiyans eksikliği var.

Yolda ilerlerken bu cenneti gördük.Burada konaklayalım dedik.Sahibi Yorgos diye biri.6 odalı bir otele çevirmiş binayı.Aşağı kısımda taverna var, 5 metre ötende bu deniz.
Sabahın köründe denize gitmek için saatlerce yol gitmek pek bana göre değil.
Konaklamak için bir geceliğine 40 euro ödedik.
Odalarda olması gereken her şey var.Temiz ve balkonumuzun önünde bir zeytin ağacı var.
Çok seviyoruz burayı.


Phisili Ammos



 

 Aynı zamanda bizim evlilik yıldönümümüz.29 Temmuz.Mina ile birlikte yemek dansımızı yaptıktan sonra hep birlikte yemeğe geçiyoruz.
"Canım sevgilim, nice güzel yıllarımız olsun" demek istiyorum.Söz uçar, yazı kalır ne de olsa.




En meşhur plajlarından biri olan Aliki'ye gidiyoruz.Kaldığımız yer olan Psili Amos'tan pek bir farkı yok.Hatta burası çok ünlü olduğu için dip dibe oldukça sıkışık bir plaj.
Yine çok ünlü olan Golden Beach'e gitmeme kararı alıyoruz.Biz cennetimizi bulduk, daha fazlasına gerek yok.
Plajlara giriş ücretsiz, tavernada yemek alıyorsan şemsiye ve şezlong için ücret ödemiyorsun.
 
Thassos denince akla Marble beach geliyor.Buradan mermer çıkıyor ve mermer taşları nedeni ile bembeyaz bir denizi var.
Yolunun çok kötü bir yol olduğunu taksilerin bile gitmediğini öğreniyorum.Denizi Kaputaş gibi bir denizmiş.Kaputaş denizi yukardan enfes gözükür ama benim yüzmekten çok keyif aldığım bir deniz değildir.Marble için de aynı şeyleri duyduğumuz için gitmiyoruz.
 
Nereye gidersen git, kendi cennetini de yanında götürürsün.Dünyanın öbür ucuna gitsen de bir minicik toptur onun dünyası, bir de üzerine sevginizi koyarsanız, ondan mutlusu yoktur.
 
Makryammos'a doğru yola çıkıyoruz.
Burada lüx bir otel var.Oldukça yüksek fiyatlı bir otel.3 euro vererek denizi ve tesisi kullanabiliyorsunuz.Doğanın içinde taş evlerden yapılmış bungalow tarzında bir mimarisi var.Denizi biz gittiğimizde Şile denizi gibiydi.Çok dalgalıydı.Burayı pek beğenmedim.
 
"Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" demiş Cemal Süreya.Eğer bu sözü Süreya söylememiş olsaydı, bu söz benimle hayat bulurdu eminim.
Tatil demek uzun kahvaltılar demektir benim için.Hele bir de deniz tatilyse eğer daha uzuun bir kahvaltı demektir.
Avrupa'da kahvaltı kültürü olmadığı için bu konuda sıkıntı çektik.Hatta pek çok yer saat 10:00'da açılıyordu, bir kuru ekmek bile bulamadık.Bu nedenle "yolluk"lar yardımımıza yetişti bizim.Özellikle küçük çocukla giderken her zaman yanınızda bir şey bulundurmanızda yarar var.
 
Buradan dönüş yoluna geçtik.Dönüş yolunda bizi bir sürpriz bekliyordu.Bu başka bir yazının konusu.
 
Mina 1. yaşını doldururken hangi şarkı çalıyordu?
 
 
Paris biletimizi aldık, Kasım'da Paris güncesinde görüşürüz.
 
Seyahat dolu günler dilerim.
dinamikanne
 
 

 
 
 
 
 

1 Temmuz 2014 Salı

Mina 1,5 yaşında

Bugün tam 1,5 yaşını doldurdun ve 1 günlük oldun.
Bu 1,5 yıl öyle hızlı geçti ki.
Hayatımızın merkezindesin.
Senin varlığın ışık oldu evimize, meğer karanlıkta yaşıyormuşuz yıllardır.
Ah bebeğim, sana artık bebek demiyorum sanırım, şimdi bu kelimeyi yazınca garipsdim.
Çocuk oldun sen.

Bu yaşına kadar hep birlikteydik, her şeyi birlikte yaptık.
Evet, hayatımız kısıtlandı belki ama "çocuğum var" deyip gitmediğim hiç bir yer olmadı.
Sen öyle uyumlu bir çocuksun ki, her yere birlikte gidiyoruz ve uyum sağlıyorsun.
Birlikte bir orta yol buluyoruz işte:)

Canım kızım...
Sabahları uyanır uyanmaz "memmee" diyorsun.
Kahvaltını hazırlıyoruz.
En sevdiğin yiyecekler yumurta, yoğurt, meyve.
Erik çok seviyorsun.
Üzüm, kiraz ve karpuz da favorilerin arasında.

İşten geldikten sonra seninle oyunlar oynuyoruz.

Parmak boyası, eşleştirme, aktarmaca, boyama ve benim abuk sabuk hikâyelerim...

Çizerek hikayeler çıkarıyoruz.


Kendi oyuncağımızı kendimiz yapıyoruz.
Çok becerikli olmasam da seninle çok güzel vakit geçiriyoruz.
Adını jo koyduk bu bebeğin.


Bazı günler parka çıkıyoruz.
En sevdiğin yer sahildeki park.
Aynı zamanda insanlar burada çay içiyorlar, onlarla iletişim kuruyorsun oynarken.
Yanımızda su varsa toprak ile çamurlar yapıyoruz ve onunla oynuyoruz.
Üzerini kirletmen hiç sorun değil.

En sevdiğin şey hayvanlar.
Kedilere ve köpeklere bayılıyorsun.

Parklarda kuşların ardından koşuyorsun.
Onları görünce nefis bir gülümseme yerleşiyor yüzüne.


Sabahları bizden önce uyanıyorsan bizi öperek uyandırıyorsun.
Bir anne & baba ne ister ki başka.

Çocukları çok seviyorsun.
Minik kuzenin Ayaz Yiğit doğdu ve sen tam bir abla gibi davrandın.
Bunu görünce seni bu hayatta kardeşsiz bırakmamaya karar verdim.
Zamanını bilmiyorum ama Allah izin verirse kardeşinin olmasını istiyorum.


Parklarda köpekler senin dokunuşun olmadan yürümüyorlar artık.

Kuzenlerin sana bayılıyor.
Yaz tatilinde seni görmek için sırayla geliyorlar.

Alper ve Arhan'a bayılıyorsun.
Ikisi biraraya gelince biraz yaramaz oluyorlar ama onların varlığı çok değerli.
Iyi ki varlar ve senin yanındalar.


Elif ablan, bizim ailenin Rapunzeli.
Diğer adı da küçük anne.
Seninle o kadar çok ilgileniyor ki.
Onun çocuğu olduğunda biz de aynı ilgiyi ona göstereceğiz.Şimdiden aklında olsun.

Seninle birlikte sergilere de gidiyoruz.
Konusuna ve renklerine göre değişiyor tepkilerin.
En son Andy Warhol'a gittik ve renklerine bayıldın.
Hayvan resimleri vardı ve hayvanların isimlerini öğrendin.
Aynı zamanda burada ilk kez "çiş" dedin.
Yere eğildin ve çiş çiş dedin.
Tuvalet eğitiminin zamanı gelmişti artık.

Aynı gün iki farklı kıyafetin vardı. O gün Babanla Beşiktaş'ta kahvaltı ettik, ofisten arkadaşım Melike ile Pera Müzesi'ne gittik, Nişantaşı'nda Suna Teyze'nin oğlu Bulut'un yaşını kutlamaya gittik ve sonra da Hande Teyze'nin oğlu Ege ile buluştuk.
Hal böyle olunca da bir minik flamenquita olarak doğumgünü elbiseni giyindin.

Banyo yapmaya bayılıyorsun.

Seninle birlikte yoga yapıyoruz.
Hatta benden daha iyi giriyorsun pozlara.

Yoga, yoga...

Kedilere bayılıyorsun.
Balonlarla o kadar mutlusun ki...
Burada ilk kez arabanı almadan anne-kız çıktık.
Büyüdüğünün kanıtı işte.

Babanın doğum günü kahvaltısı:)
Iyi ki var.

Burası kuzenlerin Duru&Damla'nın evi.
Oyun evi gibi değil mi?
Senin tüm oyuncakların hep onlardan geliyor.
Ne kadar şanslısın.
Yiğit Ayaz'ın doğduğu gün.
Duru ablan ile birlikte.


Ayaz Yiğit'i beklerken...


Elif ablanın okulunda Pi sayısı gününü kutlarken.

Baban sana kitap okurken...
Kitap okumayı çok seviyorsun.

Elimden geldiğince doğanın ve hayatın içinde büyütmeye çalışıyorum seni.
Burası taksim tünel.henüz yeni adımlamaya başladın.
15 aylıksın.


Eliz ile ilk başbaşa akşam yemeğiniz.
Ortada mum da var:)
Hep sahip olun birbirinize, en yakın olun.


Burası Kuruçeşme parkı.
Hep çok mutlusun, hava soğuk olsa da sokaklardayız hep.
Bu ilk öpücük.
Ilk kez öptün beni.
Hayatsın!
Aşksın!
Iyi ki bizimlesin!
Seni çok seviyorum...
Annen

24 Haziran 2014 Salı

2 kilo karpuz alabilir miyim?

Bu cümlenin anlamı derindir benim için. 
Bütün karpuz alışverişlerimde aklıma gelen, istisnasız beni gülümseten...
Bence oldukça hüzünlü bir yandan da çok masum bir hikaye.
Çocuktum ben, 6-7 yaşlarımdaydım.
O zamanlar çocuklar bakkala, komşuya, sokağa ve hatta pazara bile gönderilirdi.
Bir gün kıvırcık, dereotu, nane almam için annem beni sabit pazara gönderdi.
Dediklerini aldım.
Birazcık param kalmıştı.
Tezgahta karpuzları gördüm.
Ben sürpriz yapmayı çok severim.
O zamanlar için eve karpuz alıp götürmek büyük sürpriz olacak diye düşünmüşüm sanırım.
Karpuzun kilosu 0,5 liraydı.Bende 1 vardı.
Hesap ettim 2 kilo alabiliyordum.
Hemen tezgahın arkasında duran pala bıyıklı amcaya "merhaba 2 kilo karpuz alabilir miyim" demiştim.
Karpuzcu önce baktı bana, sonra bir kahkaha patlattı.
"Ne oldu, neden gülüyorsunuz" dedim.
Yan tezgahtaki salatalıkçıya anlattı durumu, salatalıkçı da bastı kahkahayı.
Onun yan tarafındaki domatesçi "ne oldu" diye sordu bu sefer salatalıkçı anlattı ona durumu domatesçi de bastı mı kahkahayı.
"Komik bir şey mi var, 2 kilo karpuz lütfen" diye yineledim isteğimi.
Sonra birden bire pazarda bir sürü sebzeci&meyveci toplu halde kahkaha atıyordu.
Neyse çok geçmeden karpuzcu "git babana anlat, 2 kilo karpuz almak istediğini söyle baban sana anlatsın neden alanadığını" demişti.
Biraz sinirlenmiştim.
Acaba elma mı alsaydım 1 liraya?
O ne kadardı ki?
Yok yok bütün pazarı baya bir eğlendirmiştim, 2. bir şey daha olsun istemedim ve ne olduğunu anlamadan eve döndüm.
Durumu babama anlattım, karpuzun istediğin kilo kadar alınamayacağını, karpuz ne kadar kilo çekerse o kadar para ödemek gerektiğini anlattı.
Sonra babamla pazara tekrar gidip karpuz aldık mı almadık mı hatırlamıyorum.
Ama pazarcıların çok eğlendiğini hatırlıyorum.
Belki o amca bende bu kadar büyük bir anı olacağını düşünmemiştir bu karpuz olayının.

Belki o amca bana yarım karpuz kesip verseydi "çocuğun hevesi kırılmasın" diye ya da "sen al bu karpuzu ama bana sonra şu kadar daha para getirmen gerek deyip karpuz satışının mantığını anlatsaydı  daha mı iyi olurdu diye düşündüm.
Bilemedim.

Karpuz aynı zamanda yaz demektir.
Özellikle pikniklerde su kenarındaysan soğusun diye suyun içine koyduğun güzelliktir.
Dilimler yendikten sonra suda yüzdürdüğün hayali gemilerdir.

Mina'nın bayılarak yediği en güzel kırmızıdır karpuz.


Hoşgeldin sıcak,
Hoşgeldin yaz, 
Sevgiyle,
dinamikanne








23 Haziran 2014 Pazartesi

Ege'ye mi yerleşsem?

Hepimiz söyleniyoruz işimizle gücümüzle ilgili...
Çalıştığım medya&reklam sektöründeki herkes Ege&Akdeniz'in küçük bir kasabasına yerleşmek istiyor.
"küçük bir yer açarım, köy pazarından alışveriş yaparım, 3 kazanmasam da olur, orada kazandığım 1 bana yeter, zaten hayat o kadar ucuz ki, üzerine temiz hava, organik yaşam,bir de yaşam boyu tatil."
gibi cümleler birbiri ardına sıralanır.
İstanbul'dan şikayet ederiz.
İstanbul'a ihanet ederiz.
Oysa ki bu güzel şehirin yaptığı şey bu kadar insanı taşımaya çalışmaktır.
İçinde yaşayan insanlar bezmiş, İstanbul'um ne yapsın?

Bugün okuduğum bir haberle sarsıldım yine.
Bir pizza motor kurye servise çıkıyor ve bir araba ile çarpışıyor ve arabanın altında kalıyor, melek oluyor.

20 yaşında henüz.Kim bilir neden çalışıyordu bu işte.
Belki üniversitede öğrenciydi, belki de hiç üniversiteye gitmemişti.Hayta bir oğlandı belki de, annesi eli ekmek tutsun diye verivermişti mahallesindeki pizzacıya.
Binlerce hikaye yazılır.
Binlerce farklı hikaye...

Ama tek bir doğru hikayesi vardır bu haberin şimdiden söyleyebileceğim.
Umutları, hayallerinin tümü gerçekleşmemiştir daha o gencin.
Belki Bodrum'a gidip "dumtıs dumtıs" eğlenmektir onun hayali.
Belki de bu işi tatil parasını çıkartmak için çalışıyordur.

Kim bilir? Onlarca insan gidiyor böyle trafikte.
Birbirine saygısı olmayan, tahammülü olmayan insanların kirlettiği güzel Istanbul'umda.

Ve elbette "yarım saatte pizzam gelmezse ödemem haaaaa, 30 dakikayı geçince para ödenmiyor kampanyanız dahilinde" diye düşünen, sistemin parçası haline dönüşen zavallı insanların da payı vardır bu ölümlerde.

Ve elbette zincir haline dönüşen, birbirinden müşteri kapmak için hep daha fazla vaadlerde bulunan zavallı firmalara söyleyecek hiç bir şey yok!


dinamikanne





22 Haziran 2014 Pazar

Korunmaya Muhtaç Çocuklara Ziyaret

Bazı yolculukların gidişiyle dönüşü arasında ne çok fark vardır.
Gidiş yolunda gittiğin "sen" ile dönüş yolunda döndüğün "sen" bir değilsindir.

Geçtiğimiz gün korunmaya muhtaç çocukların bulunduğu bir çocuk vakıfına gittik.
Bir avuç insan ile çıkmıştık yola.Bu yolculuğa Gel-Oyna'nın kurucusu Şule'yi de davet etmenin uygun olacağını düşündüm.
Şule'ye oyuncak siparişlerimizi verdik ve onun da katılımı ile yola çıktık.

Amacımız çocuklarla sohbet etmek, oyun kurmak ve hep birlikte kısıtlı olan zaman dilimini eğlenceli geçirmekti.

Özellikle kimsesiz çocuk ya da yaşlı insanları ziyaret ederken bu ziyaretlerin sürdürülebilir olması konusunda maksimum hassasiyet göstermek gerekiyor.Bir kere ziyaret edilip sonu gelmediğinde hayal kırıklığı oluyor oradaki insanlar için.

Çok güzel bir yerdi gittiğimiz yer.
Sınıfları gezdik, ahşap ağırlıklı oyuncaklar vardı.
Sınıftaki materyaller çok güzeldi.
Her aktiviteye bir alan yaratılmıştı.
Müzik köşesi, kukla köşesi, boyama köşesi...

Tanıştık güzel, minik yüreklerle.
Yanımızda götürdüğümüz oyuncaklarla oynamaya gelmişti sıra.
Topaçları aldık, çevirdik birlikte.
En uzağa kim atacak? En çok kimin topacı dönecek?
Boyadık sonra topaçları.
Rengarenk döndüler...



Bir minik yüreğin de ayağı kırıktı.
Hiç aldırmadan, bütün oyuna dahil oldu.
Oyun, her yaştan insan için çok önemli.
Oyun biterse, hayat biter! Öyle değil mi?


Topaçlar rengarenk dönerken kalbimde kocaman, karanlık bir boşluk hissettim.
Utandım...
32 yaşındayım ben ve hayatımda ilk kez ziyaret ediyorum korunmaya muhtaç çocukları.
Üzülürüm, yüreğim dayanmaz, ağlarım orada diye hep erteledim bu gitmeleri.
Maddi olarak verilen desteğin yeterli olmadığını adımımı o köyden içeriye attığımda anladım.

O çocukların fiziki olarak sana, senin enerjine, senin kurduğun oyunlara ve senin elinin sıcaklığına ihtiyacı var.Gidip görünce daha iyi anlıyorsun.
32 yıl geç mi? Hiç bir şey için geç değildir!


Soma küpleriyle oynadılar.
Kim küp haline getirecek?
Ya da sen nasıl bir şekil yapacaksın? Bu hangi harfe benziyor, benzettiğin harf ile başlayan hangi kelimeler var?diyerek oynadık.
Ucu açık oyunlar zekayı geliştiriyor, ahşap olduğu için negatif enerjiyi alıyor.


Bir minik el avucumun içindeydi yokuştan aşağı inerken.
Birden bire elimi kendisine çekti ve öptü.
Kalbim güm güm.Gözlerime yalvarıyorum, şimdi değil, sakın bırakma o göz yaşlarını diye.
Avucumun içinde daha sıkı sardım elini.
Bu karşılıksız bir sevgiydi.
Melek'ti o.


Çekmeli&çizmeli bir oyun oynadık.
Ucunda kalem olan ahşap bir topacı uzantılarından iple bağladık ve herkes bir ucundan çekti.Bu çekişlerden anlamlı bir resim yapmaya çalıştık.
Birlikte oyun oynamayı ve birbirine güveni destekleyen bir oyun.


Resimler çizdik, boyamalar yaptık, hikayeler anlattık.
Ablaaaa ben resim yapmak istiyorum dedi, peki dedim, bir kağıt kalem aldık ve çizmeye başladık.
Küçüklükten beri yaptığım eğlenceli bir şekili çizdim.
Minik elleriyle boyadı.
Adını ne koyalım dedi.
Sen koy dedim, hayır olmaz sen koy dedi.
Peki pembişko olsun dedim.
Adını yazdık altına.



Günü kapatırken yeni öğrendiğim "mini minnacık örümcek" şarkısını söyleyelim dedim.

Kızım için çocuk şarkıları öğreniyorum.
Internetten şarkılar buluyorum, şarkı sözlerine uygun olarak hareketlerle çalışıyorum.
Ezberleyince, müsamereye çıkan çocuklar gibi evde sahne alıp kızıma söylüyorum.Bir kaç tekrardan sonra hareketlere katılıyor.En mutlu anlarımdan biri olarak anılar rafında yerini alıyor bu kareler.

Bir minik güzelliğe hareketlerini yaparak bu şarkıyı söyledim.
Çok eğlendi, bi' daha dedi.
Bi' daha söyledim, ve sanırım 9'u buldu.
Şarkıyı ezberlemişti artık.
Birlikte gittiğimiz arkadaş grubuma "hadi bizim şovumuzu izleyin" dedim ve birlikte söylemeye başladık minik arkadaşımla.
Şarkı bittikten sonra "sen gitme" dedi.

"Gitmem lazım, çünkü çalışmam gerekiyor, burası ne harika, keşke ben de burada kalıp seninle daha fazla oynayabilseydim" dedim.
"Bu şarkıyı unutma, bir daha ki sefere başka şarkı öğretirim sana" diye ekledim.

Ayrıldık, dönüş yolunda herkes suskunluğa büründü.
Hayat böyleydi işte; birilerinin tek derdi oje rengini kıyafetine uydurmak iken, birileri böyle boşlukta yaşıyordu.

Ne kadar yokluk içinde olursa olsun, bir çocuğun anne&baba sevgisi ile büyümesinin ne kadar değerli olduğunu düşündüm.
Bi tek annem&babam olsun, bana bi' şey olmaz!
Çocuklara o köyde çok güzel bakılıyor, maddi olarak hiç bir eksikleri yok.
Tek eksikleri sevgi.
Anne&baba sevgisi.Bulamadıkları noktada da senin şefkatine ihtiyaç duyuyorlar.

Uzun süredir daha az tüketmeye başladım.
Kızıma tonlarca alışveriş yapmıyorum.
Zaten genellikle kuzenlerinden gelen 2.el kıyafetlerle büyüdü.
Buna rağmen daha azı ile de yaşamak mümkün diyorsun daha farklı hayatları gördüğünde.
Bu dengesizlik öldürüyor beni.
Çocuklar, çocuklar, çocuklar...
Onlar hayatta ki en güzel şeyleri haketmiyorlar mı?  ... ve eşitliği elbette!

Hiç bir şey için geç değil.
Bundan sonra onların büyülü dünyası ile daha fazla vakit geçireceğim.Söz uçar, yazı kalır.Kendime sözüm olsun bu!
Canım ülkemde bireysel olarak sosyal sorumluluk projesi için çalışan o kadar az tanıdığım var ki...

Birilerinin hayatına dokunarak yaşamak kadar değerli bir şey yok bence.
Sizde nasıl durumlar? Sorun kendinize, cevap içinizi darlamıyorsa doğru yoldasınız demektir.

Içimizdeki oyunu hiç kaybetmemek dileği ile,

Sevgiyle,
dinamikanne








21 Haziran 2014 Cumartesi

Rejans-Mandabatmaz


"Beyaz örtüler üstünde, rejansta yemek yedikten sonra, müşterisi az bir barda kafe kontak içmeyi" der Zuhal Olcay Özledim şarkısında.

Kapanmıştı bir kaç yıl önce, gerisinde teşekkür mektubu bırakarak.

Anılarımızda yaşayacak Rejans diyordu.

Gitmek kısmet olmamıştı, gitmiş kadar olurdum bu şarkıyı dinlediğimde.Bir yere gitmeyi istediğinde çok ertelemeden yapmak gerekiyor demek ki bunu.


Bu şarkıyı dinleyin, emin olun rejansta anınız olmasa bile anınız olmuş kadar yaşarsınız.

Rejansın sokağında bulunan içtiğim en lezzetli Türk kahvesinden bahsetmek istiyorum.
Hala yaptığı işi özenle yapan yerlerin olması ne güzel dedirtiyor burası insana.
Türk kahvesi=keyif denklemi sizin hayatınızın merkezindeyse bugüne kadar içtiğiniz tüm kahveleri unutun derim.
Gizli yerin adresi ;
Mandabatmaz.

Şöyle bir gölgelikte yıdumluyorsunuz kahvenizi.



Hele bir de yanınızda uykudan henüz uyanmış bir lokum varsa o kahveye doyum olmaz işte.


Muhabbetle,

dinamikanne


19 Haziran 2014 Perşembe

Mini minnacık örümcek (its bitsy spider)

Bu yazı bu şarkı ile tavsiye edilir.


Bir örümcek var ki beni derinden etkiliyor şu günlerde.Nasıl içli bir hikaye.
Oluğa tırmanmaya çalışan bir mini minnacık örümcek yağmur yağdığı için aşağı yuvarlanıyor, sonra güneş geliyor ve bulutları kovuyor.
Güneş açınca yerler kuruyor bizim mini minnacık örümcek duvara tırmanıyor.
Mutlu son!

Mina'ya yeni bir aktivite oluşturdum.
Önce ben şarkıları ezberliyorum sonra hareketleri ile birlikte evde son ses söylüyoruz.
Baba şikayetçi bu durumdan, bütün gün çalışırken dilimde mini minnacık örümcek vardı diyor.


Ben bu çocuk şarkılarını öğrenmeye yeni başladım sayılır.
Mini mini bir kuştan başka bir şey bilmediğim doğrudur.

Mini minnacık örümceğin bu versiyonlarına bayıldım.
Her müzik türüne uyarlanmış, sonsuz kere dinleyebilir sanki.
Tabi o zaman baba bizi ne yapar o konuda hiç bir fikrim yok.

Var mı piyasada şöyle rekor kıracak başka şarkı?

Hadi bugün mini minnacık bir çocuk sevindirelim.
Tanımasak, bir kez daha görmeyecek olsak bile, sohbet edelim.

Çocuklar, siz ne güzel şeylersiniz!

Sevgiyle,
dinamikanne

5 Haziran 2014 Perşembe

Canımın Doğumgünü

25 Mayıs en sevdiğim günlerdendir.
Bugün benim can yoldaşım dünyaya geldiği gün.
Geçen yılı Antalya'da kutlamıştık.
Genellikle bu bahane ile de yılın ilk deniz tatilini yapmış oluruz.
Ben hemen bir kaç yol hikayesi çizmiş olurum kafamda.

Bu yıl toplantıları ve iş yoğunluğu nedeni ile İstanbul'da kaldık.
Sabahtan ofise geçecekti ancak bir kahvaltıyı bize çok görme dedik ve daha önce ailecek ilk kez gideceğimiz bir yeri tercih ettik.
Burası nakkaştepe sırtlarında önü alabildiğine çim, küçük bir oyun parkı ve mini hayvanat bahçesi olan bir yer.
Manzara nefes kesiyor.
Sabahın köründe gittiğimiz için ilk müşteri bizdik.
Lezzetli tabakları olan bir yer aynı zamanda.

Mina buraya bayıldı, Fatih messt oldu.

Biz kahvaltı ederken Mina çayırda dolaştı.

Çok keyifli ama hızlı bir kahvaltıydı.

Ne olursa olsun, hiç bir özel anı kaçırmamak gerekli.

Her şey geçiyor, güzel anılar kalıyor.

Ben boğaz falan bilmem, önce kendi boğazım:))



Benim canım sevgilim, Mina'nın harika babası iyi ki doğdun.
Seni seviyorum.

Yaş 35 olsa da yolun yarısı falan değil, daha en güzel zamanlarımız yeni başlıyor.

Birlikte nice güzel, sağlıklı, eşsiz zamanlara...
Seni seviyorum!


Bugün benim babam doğmuş.
Babbbaaabbbaaammmm!