24 Mart 2014 Pazartesi

Hastane Odası Anıları I Geleneksel Aile Yemeğimiz :Ciğer

Ben 2007 yılında 19 Mart'ta bir rahatsızlık geçirmiştim.

Pnömötörax.
Nam-ı diğer PX.
Türkçesi;ciğerim sönmüştü ve nefes alamıyordum.
Ciğerin üzerindeki baloncuklar patlamıştı ve içeriye hava dolmuştu, bu havayı dışarı çıkartmak gerekiyordu diren yardımı ile.

20 gün kadar hastanede kaldım.Bir sürü yol denendi iyileşebilmem için.
En sonunda "canlı ameliyat" dedikleri "tetra operasyonu" yapılmıştı.
Evet gerçekten de canlı ameliyattı bu...
Sonrasında her 19 Mart'ta bir şükrediş yemeği olarak ciğer yiyecektik.
Ailemizin geleneksel yıllık yemeği:)

O dönemde en çok damar yoluna girilen "kelebek" i bulana şükrettim.
Böylece sürekli delinmek zorunda değil kollarınız.
Bir kere giriliyor, 3 gün sonra değişiyor damar yolu.
Tüm ilaçları da buradan alıyorsun.
Hep söylerim, kim bulduysa çok mutlu olsun!

Hastane odasının olmazsa olmazı komşuculuktur.
Koridorda yürüyüş yaparken yan odada kimler var, onlarla tanışırsın.
Kimin daha çok derdi var, anlatırsın da anlatırsın.
Anlattıkça hafiflersin.
Eğer onların durumu seninkinden daha kötüyse çok üzülürsün ve şifalar dilersin ve içten içe de şükredersin haline.
Senin durumun onlardan kötüyse kendini kıdemli hissedersin.
Hayat koçu gibi tavsiyelerde bulunursun.
O anılar hayatın boyunca kalır seninle.

Benim pnömötorax geçirdiğim günlerde yan odada bir teyze vardı.
Öyle tatlıydı ki...
Frankofon bir teyzeydi.
Oğlu vardı bir tane, Paris'te yaşıyordu, konsolostu.
O gelecek Paris'ten onu bekliyorum diyordu.
Solunum problemi vardı.
Özel hastanede olmamıza rağmen, başında dışardan hizmet aldığı özel hemşireler bekliyordu.
Aslında durumu gayet iyi gözüküyordu.
Kadın hastane hastane geziyormuş meğer.
Onun odasına sohbete gittiğimde; buranın yemekleri çok güzel, geçen sefer şu hastanede kaldım hiç güzel değildi diye anlatıyordu.
Başka bir hastaneden de "oranın da doktorları çok iyi" diğer bir hastaneden "oranın manzarası harika" diye ekliyordu.
Sabahları kalkar kalkmaz, ileri yaşına rağmen; saçlarını fönlerdi, kırmızı rujunu sürerdi, koridora çok şık gecelik&sabahlık ile çıkardı...

Oğlu geldi ve onlar çıktılar.Ben kaldım hastanede...
Yan oda bomboş kalır, bu odanın yeni hikayesi kim olacak diye düşünürsün o boşluk hissi ile...

Sonra Adapazarı'ndan bir teyze geldi.
Yine solunum problemi...
Orta halli, tonton mu tonton bir teyze.
Onunla da çok güzel sohbetler ettik.
Oksijen tüpüne bağlı kaldı bir kaç gün.
Ertesi gün koridordan odasına baktığımda bomboştu.
Teyze çıktı mı bana veda etmeden gitmez o dedim hemşire hanımlara.
Çıkmadı, ex oldu dediler.
Yani?
Öldü...
Ben kendime gelemedim.
Gitmişti teyze, bir önceki gece koridorda yürürken, odasına doğru el salladığım teyze gidivermişti sonsuzluğa...

İşte hastane odasının en acı yanı budur.
Komşun gidivermiştir.
Ve kimse senin o psikolojide yaşadığın duyguları anlayamaz.
Doktorlar, hemşireler o kadar alışmıştır ki...
Ex oldu derler.
Pardon o ne demek dersin.
Çok basitçe öldü yani...

Dışardan arkadaşlar, eş-dost gelir ziyarete.
İçin gider şıkır şıkır giyinmişlerse...
Sen her gün pijamalarla vakit geçirirken, bir de bahar gelmişse cıvıl cıvıl o zaman özenirsin mini eteklere, rengarenk kıyafetlere...
Ben de iyileşeyim, ben de giyineceğim, çıkıp gezeceğim dersin bir çocuk gibi...

Hastaneye fazla yerleşmek istemezsin, zaten çıkacağım ben diye düşünürsün.
Her geçen gün orada daha fazla kalman gerektiğin fikrine alıştıysan yavaş yavaş yerleşmeye başlarsın.
İsteme istemeye...
Düzen kuruluvermiştir...
Hangi çekmecede ne var, bellidir artık.

En güzel duygu kurtulmak duygusudur.
Oradan kurtulmak.
Sağlığına kavuşarsak elbette.
Çıkacağın belliyse sevincini  komşularına belli etmemeye çalışırsın.
Kapıdan çıktığın anda ağrılarına rağmen sokak ortasında göbek atasın gelir...
Biz bir önceki gece odada kahve içip, fal bile baktırmıştık orada iyi fal bakan bir hasta bakıcıya.

Yarın çıkıyor muyum dersin, gece sevinçten uyuyamazsın.
Bitmiştir çünkü artık.En büyük acılar sonlanmıştır.
Çünkü; çıkmak demek = iyileşme seviyesine gelmektir.

Nasıl oldu diye soranlara bir kaç yıl hep bu acıyı anlattım, anlattıkça hafifledim.
"Canlı ameliyatta; direnden direk ciğere bir madde veriliyor; kezzap gibi yakıcı, zamk gibi yapıştırıcı bir madde.
Bu maddeyi veriyorlar ve 2 saat boyunca seni sağa&sola çeviriyorlar ve ciğere nüfuz ediyor ve ciğer yapışıyor."

Yıllar sonra biriyle tanıştım.
O da pnömötörax geçirmişti. Daha da fenası benim gibi canlı ameliyat yaşamıştı.
Ciğer kardeş olduk onunla.
Kimse ama kimse bu acının ne demek olduğunu bilemez.
Yalnızca yaşayan bilir derler ya, işte öyle...

Kapandı artık, bu konuyu kapattım, artık tamamen iyiyim.
Önceden bir şey hissettiğimde acilde alırdık soluğu, ciğer filmi çektirirdik.
Herkes gergin beklerdi sonucun çıkmasını.
Bir şey yok dediklerinde yeniden doğardım.

Hatta o kadar iyiyim ki son yıllarda tamamen doğal doğum yapmış biri olarak bu defteri kapattım.
Haydi geçmiş olsun...

Bir de canım kızım, eve geldiğimde kendi başına, yardımsız yürüdü.
İşte yeniden doğmak diye, buna derim ben!

Güzel, bol oksijenli günlere,
Sevgiyle,
dinamikanne

11 Mart 2014 Salı

Kömür gözlü çocuğa...


Aylardır yaşanan olayları aklım almıyor artık.
Sağduyuyu kaybetmek ne fena bir şey.
Bugün bir çok insanın yüreği yanıyor.
Kömür gözlü, güzel gülüşlü çocuk için...
Gitti...
45 kilodan, 16 kiloya düştü uyurken.
Uyanamadı...
Bu 16 kilo öylesine ağır geliyor ki hepimize...
Şu replikleri hatırlıyorum 21 gram filminden...

“Kaç hayat yaşıyoruz?
Kaç kez ölüyoruz?
Ölüm anında 21 gram kaybettiğimiz söyleniyor…
21 grama ne sığar?
Ne kadarı kaybolur?
21 gram ne zaman kaybolur?
Ne kadarı onunla gider?
Geriye ne kadarı kalır?
21 gram… Beş madeni paranın ağırlığı, bir kuşun, bir çikolata parçasının…
21 gram ne kadar çeker?
Ne kadar? “

Sahi ne kadar çeker 16 kilo?
64 adet ekmek demek bu...
Her lokmada bu ekmekler düğüm olmayacak mı boğazımızda?

Hiç aşık oldu mu acaba?
Bir kızın elini tuttu mu? Kalbi durmaksızın attı mı? Kumsala uzanıp, yıldızları izledi mi?
Umarsız, avare dolaştı mı başı boş sokaklarda?

Bu yaşlara yakın 2 çocuğum var benim.
Onlar geliyor aklıma, onların hayalleri, umutları canlanıyor gözümde.
Ah çocuk, özür dilerim...
Tek söyleyebileceğim, tek hissettiğim şey bu!
Hayatta kalanın vicdanı çok ağır gelmiyor mu?
Belki yeşil bir krampon istemiştir şu hayatta...
Belki hiç tiyatroya gitmemiştir...
İstediği bir yemek vardır belki de kahvaltıya; yumurtalı ekmek...


"Hayat devam ediyor mu, yoksa hayatlar hayat devam ederken bitiyor mu?
İşte bütün mesele bu. “


Biz bugün üzüleceğiz, ağlayacağız, yarın öbür gün unutacağız...
Ateş düştüğü yeri yakıyor ne yazık ki...
Sabah haberi duyduğumda ağladım.
Sonra günün koşturmacası içinde rutine geçtim.
Ne zaman sosyal medyaya baksam, bir tokat gibi çarpıyordu yüzüme yazılanlar...

Borçluyuz hepimiz o anaya, babaya,kardeşe...

Herkesin çocuğu olabilirdi o kömür gözlü çocuk.
Herkesin çocuğunun başına gelebilirdi bu olanlar...
Elden ne gelir?
İçimizde bir yumru, boğazımızda bir düğüm...
Unutmayacağız seni çocuk!
Unutursak, kalbimiz kurusun...

Işıklar içinde uyu...

dinamikanne


2 Mart 2014 Pazar

Mina 14 Aylık

Canım kızım,
14. Ayını bitirdin.
Bu ay bir kaç adım attın, yavaş yavaş kendine güveniyorsun.

Kelimeler arasındaki bağlantıları anlıyorsun bir kaç aydır.
Mesela; kahvaltı edecek miyiz diye baban sorduğunda sen mamma diyorsun.
Ya da canım çorba istedi diye kendi aramızda sohbet ettiğimiz sırada sen yine mamma diyorsun:)

Geçen gün teyzen gelmiş bizim eve, Mina bugün eve kim geldi diye sordum akşam abboo dedin.

Bana hala anne demiyorsun.
Hiç bir şey demiyorsun hatta bana.
Acaba hep birlikteyiz diye mi?

Çocukları ve köpekleri çok seviyorsun.
Özellikle parktaki köpeklerle aran çok iyi.
Hiç korkmuyorsun.

Hala televizyon izlemiyorsun, arada belgesellerdeki hayvanları gösteriyoruz.
Nasıl da mutlu oluyorsun, çığlıklar atıyorsun.

Bu ay çok radikal bir karar aldım ve bundan sonra odanda yatmana karar verdim.

Ilk gece biraz zor oldu, çünkü aynı zamanda gece memesinden de vazgeçmeni ve deliksiz uyumanı istiyorum.
3 gündür gece meme istemiyorsun, bir kaç defa uyanıyorsun ama uykuya sorunsuz geçiyorsun.
Uyandığında kuşlar iyi geceler diyorum hemen bana sarılıp uyuyorsun.
Evet, birlikte yatıyoruz hala.
Ilk uykusa kendi yatağına koyuyorum, uyandığında yanıma alıyorum.
Gece memesinden vazgeçtikten sonra kesintisiz uyuyacağını düşünüyorum.
O vakit, hep yatağında uyuyabilirsin:)

Artık günün özetini anlatıyorsun bize.
Mina, bugün ne yaptınız diyorum kim anlatıyorsun bir şeyler.
Abbii deyip işaret parmağını gösteriyorsan anlıyoruz ki Zeynep teyzenin oğlu Ayberk uğramış:)

Kuzenin Eliz ile buluştuğunda ona öyle sevecen davrandın ki...
Sarıldın sonsuz bir sevgi ile, ve çok mutlu oldun.
Diğer kuzenlerinlerinle de çok mutlu oluyorsun.
Özellikle Damla kuzenin sana çok benziyor.
Bunun farkındaymışsın gibi sarıldığında elini sırtına pata pata diye vuruyorsun tıpkı büyüklerin birbirine yaptığı gibi.
Telefonda kuzenlerinle konuşuyorsun artık.
Alooo diyorsun ve daha başka şeyler:)
Anlamasak da çok mutlu olduğunu görüyorum.

Artık bizim yediğimiz bütün yemeklerden yiyorsun.
Sana bebe bisküvisi yaptım bugün ilk kez ama fırındayken komşuya gittim.Zamanını kurdum ama baban bakmamış onlara ve yanmışlar.
Hepsini çöpe attım:((
Belki de iyi oldu, çünkü pekmezle yapmıştım ve pekmezin pişmesi iyi değil diyorlar.
Meyveleri haşlayıp, tatlı tadını oradan elde edeceğim.
Söz, en kısa zamanda tekrar yapacağım.

Babanla dans etmeyi çok seviyorsun.
Genelde bir şarkısın sen şarkısında dans ediyorsunuz.



Bu ay Paco de Lucia öldü.
Sen onun müziklerini dinleyerek büyüdün.
Onun için dans ettin, onun müziğinde.
Paco dede sonsuz ışığa gitti Mina:((

En sevdiğim an; işten geldikten sonra başını göğsüme yaslayıp, telaşsız öylece oturman.

En sevdiğim koku; kendi başına yemek yerken akan yemek sularının boynunun altında oluşturduğu acılı ekşili sushico çorba kokusu...

Işığımsın sen benim. Ve hayatımın kaynağı!

Seni seviyorum
dinamikannen