31 Aralık 2013 Salı

2013'ün Son Yazısı

2013...
Benim için en muhteşem yıl...
Muhteşem bir doğum hikayesi ile hayatımıza girdi Mina...
Öyle mutluyum ki...
Sen yokken ne yapıyormuşuz canım kızım diye düşünüyorum, sonra bunu düşünmekten vazgeçiyorum...
Her an değerlidir çünkü...
Belki o sensiz anları yaşamasaydım, seninle geçirdiğim anların kıymetini böylesine bilemezdim...
Sen beni çok daha iyi bir insan yaptın.
Gönlüm, tüm dünyanın çocuklarını sevebilecek kadar geniş artık...
Az önce doğum videolarını izledim de, gerçekten harika bir doğum hikayemiz var...
Noel babalı çorabı olan doktor mu dersin, hastane odasında duş alıp kendine gelmeye çalışan teyze mi dersin, şampanyalar nerede diye sorduğumda sana şimdi bi serum patlatacağız diyen teyze mi dersin, duyup hastaneye koşan alt komşu mu dersin...
Cümbür cömaat...
Ben hep güneşli bir günde doğum yapmak istemiştim.
Bahar güneşi vardı sanki seni dünyaya getireceğim gün.
Yılbaşında da öyleydi...
İç ısıtan cinsten bir güneş...
Şu anda kar atıştırıyor :) ve ben ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüyorum bir kez daha...
İyi ki doğdun kızım...
Ama aslında iyi ki doğduk kızım...
Çünkü, biz seninle tekrar geldik bu dünyaya...
Hoşçakal muhteşem 2013...
Hoşgeldin olağanüstü 2014!

26 Aralık 2013 Perşembe

Baby&You Dergisi Ocak 2014 (Uzun ve Fotoğraflı Yazı)

N'apıcam ben?
Uzun cümlelerle konuşuyorum.Baby&You dergisindeki sayfam için hazırladığım yazıyı kaleme alırken kaptırıyorum kendimi.
Yazı işleri müdürü Şeyma uyarıyor beni.
-Tuğba, bu yazı çok uzun, kısaltman lazım.
-Tamam diyorum, öğreneceğim kısa cümlelerle konuşmayı...
-Yazıyı büyüsünü bozmadan kısaltıyorum ama uzun yazıyı da paylaşmak istiyorum.
Ne de olsa; Söz uçar, yazı kalır !

Muhteşem Yeni Yıl Hediyemiz
"Seni içime sokasım var" diyorum Mina'ya,  mutfak masasında oturup birlikte vakit geçirirken...Bana artık öyle tepkiler veriyor ki gerçekten içime sokasım geliyor.
Tam 1 yıl önce karnımdaydın...
Ne çabuk büyüdün sen, benim tatlı mucizem...
En muhteşem yeni yıl hediyesisin sen bizim için.


Ben, her anın kıymetini bilerek yaşamaya çalışıyorum.
Evlendikten hemen sonra çocuk sahibi olmayı düşünmedik.Dolu dolu geçirdik bu zamanı.
Bebek olduktan sonra hayatımızda bir şey değişmedi.Birlikte vakit geçiriyoruz, geziyoruz.
Kendi arabasında uyumaya alışık, bu nedenle uyku için eve erken dönmek zorunda değiliz.
Geçtiğimiz ay yine çok dinamik geçti.
Çok güzel insanlarla tanıştık.Yeni şeyler öğrendik.

Bir Bostan Hikayesi
Çok sevdiğim güzel semt Kuzguncuk'ta bir bostan var.
Burası şehirin içinde, nefes alabileceğiniz bir yer.
Tarım yapmaya başladık bostanda.Tamamen gönüllü çalışıyoruz.Hobi bahçesi gibi herkes minik bir alan dikiyor.
Tarlamızı belledik, çapaladık, soğanlarımızı, pazımızı, dereotumuzu ektik.
Her hafta gidip bakıyoruz Mina ve kuzenleri ile.
Mina, toprakla oynuyor biraz, "ayyyy" diyor ve çığlık atıyor bostanda yeni arkadaşlarla tanışınca.
Herkes çok kibar ve yardımsever.
Sanki başka bir yerdeyiz.Burası bizim nefesimiz oluyor.
Havalanan toprağın kokusu bizi sarhoş ediyor.İşler bittikten sonra büyük ocakta ateş yakılıyor ve bu ateşte çay demleniyor.
İddia ediyorum, dünyadaki en güzel çaylardan birini içiyoruz burada ısınırken.
Toprağı çapalarken,Mina uykuya geçiyor arabasında.
Hava soğuk."Kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır" diyen annelerdenim ben.Bir kaç kat giyindikten sonra, bütün soğuk havalara savaş açabiliriz.
Bir sonraki hafta yine bostanda aşure günü yapılıyor.
Kazanlar ocakta kaynıyor, tüm malzemeler karışıyor, kaynaşıyor ve alışıyorlar birbirine.
Sonra bütün mahalleye aşure dağıtılıyor.Mina da tadıyor bir parça.
Bir diğer hafta çocuklarla korkuluk yapılıyor bostanda.Herkes evinde kullanmadığı eşyaları getiriyor ve ortaya muhteşem korkuluklar çıkıyor.
Tarlalarımızı koruyacak bu korkuluklar.

Haftanın bir gününü muhakkak Kuzguncuk’ta geçiriyoruz artık.
Burası başka bir cumhuriyet.Karmaşadan uzak, sakin, şehrin çok içinde ama bir o kadar dışında...
Keşke diyorum, burada bir okul olsa da Mina buranın havasını soluyarak okula gitse.



Kuzguncuk’ta Bir Waldorf  Okulu

Bir akşam Waldorf,Montessori gibi pedagojik yaklaşımları incelerken veli insiyatifi ile Waldorf okulunun kurulacağını öğreniyorum Kuzguncuk’ta.
Zaten genel hatları ile Waldorf yaklaşımını kendime yakın buluyorum.Burası bir ana okulu olacak, haftada bir kaç kez oyun grubu da olacak.
Çocuklara gereksiz yere yükleme yapmayan, sorumluluk duygusunu veren,doğa ile içiçe, ,özgürlük felsefesini benimsemiş bir yaklaşımı var.
Beni en çok etkileyen şeylerden biri;
-“Otlar çekmekle uzamaz” diyor.
Her çocuğun öğrenme süreci birbirinden farklıdır. Waldorf Eğitmeni tek tek ulaşıyor çocuklara, tıpkı bir bahçıvan gibi her bitkiyi özel suluyor ve özel bakıyor.
Hava şartları ne olursa olsun dışarı çıkıyorlar ve temiz havada faaliyet yapıyorlar.Doğanın nazik ama bir o kadar da acımasız gerçekliğine tanıklık ediyorlar.
Bu onları gerçeklik duygusu ile tanıştırıyor.Ormanda ağaç dalları toplayıp, bunlardan oyuncak yapıyorlar kendilerine.Bu şekilde yaratıcılıkları da gelişiyor.
Bir çerçeve içerisinde “olması gereken” verilmiyor.Açık uçlar oluyor her oyunda ya da her faaliyette.
Böylece herkes kendisinden bir şeyler katıyor.Özgün çalışmalar çıkıyor ortaya.
Aslında köy usulü ile büyüyor çocuklar.
Tencere kapaklarını birbirine vurarak müzik yapardık küçükken.Bundan çok farklı değil.
Oyun içinizde, sadece özgürce dışa vurmak önemli.
Çocuklara çok fazla şey yüklememek lazım diye düşünüyorum.
Farkına varmadan öğrenmeleri bence en iyi yol.
Fizik, kimya,matematik dersleri var ama aslında yok.
Çünkü bu okullarda çocuklar hayatın içinde öğreniyorlar bu dersleri.
Hamur yoğurup, hamurun şişmesini bekleyip, ekmek yapıp, fırına veriyorlar.
Ekmeğin, maya ile olan iletişimini birebir gözlemliyorlar.
2+2 =4 yok burada.
Sofra kuruyorlar ve kişi başına kaç bardak koyacaklarını hesaplayarak matematikte trigonometri seviyesinde iş yapıyorlar.
Baskı olmadan, çocuklar arası karşılaştırma ve yarış yapılmadan, hayattan, oyundan ve andan keyif alarak vakit geçiriyor çocuklar.
Yuvanın sahibi anneler ve babalar, temizlikten, yönetime tüm logistik işlerinde imece usulu çalışılıyor.Büyük bir aile gibi yani.
Mina, burada oyun grubuna başlayacak önümüzdeki aylarda.Güzel bir deneyim olacağını düşünüyorum.

                                        Okulda yaptığımız ilk veli toplantısından bir kare


Flamenco’da  Mina’lı Günler
Hamilelik süreci ile birlikte flamencoya ara vermiştim.
Bizim okulun gösterisi vardı.
Mina ile gösteri salonuna almayacakları için, genel prova ve akışı izlemek için Etnik34’e gittik.
Herkes flamenco kostümünün içinde, harika gözüküyordu.
Ne çok özlemişim.Kışı atlatıp, tekrar dans etmeye başlarım diye düşünüyorum.
Mina, dansçıların kostümlü hallerini görünce çok etkilendi.
Flamenco ritmine fazlası ile alışıktı ancak bu kadar çok insanı dans ederken gördüğünde büyülendi.

                                             
                                                  Flamencooo, ben bilemencooo


Arada bir palmas (flamencoda tempo tutulurken yapılan alkış) yaptı.
Öyle mutluydu ki o akşamın sabahında, müzik içine işlemiş olacak ki alkış yaparak uyandı.



                                         Küçük Flamenquita'yı bulun :)


Mina doğduğundan beri 2 defa Mina’sız dışarıya çıktık.
Bir keresinde 3. Ayını bitirmişti ve iki sevgili başbaşa yemek yiyelim diye çıkmıştık.
Kahvemizi içmeden eve koşarak dönmüştük.O kadar çok özlemiştik ki.
Geçen hafta Tomatito konserine gittik.Konsere bebek almadıkları için Mina’sız gitmek durumunda kaldık.


İlk Mina’sız çıkışımızda şuna karar vermiştim :Her yere beraber gidecektik.
Öyle de oldu.Onu bir daha bırakmadım.
Babasının ya da benim akşamları iş ile alakalı bir yemeği, toplantısı,mesaisi oluyorsa muhakkak bir diğerimiz  yanında oluyor.
Onun haricinde hep birlikte dışarı çıkıyoruz.
Çocuğumu, başkaları baksın diye dünyaya getirmedim.
Mina da her şeyin o kadar farkında ki, dışarıya çıktığımızda nerede nasıl davranması gerektiğini biliyor.
Bize hiç eziyeti olmuyor.

“Anne” olduğum için eve kapanıp, hayatı kaçırarak yaşamak istemiyorum.
Çocuğu başkasına bırakıp gitmek de çözüm değil bence.
Başkası ile evde kalıp zamanında uyuyacağına, dışarıda annesi ile birlikte vakit geçirerek, bir kaç saat daha geç uyuyabilir. Arabasında da uykuya rahatlıkla geçiyor.
Birlikte orta yolu buluyoruz işte.
Belki de çocuksuz çıkmak ya da hiç çıkmamak en doğrusudur.Bilemem...
Tek bildiğim şey, mekan bağımsız, hep birlikte olmanın Mina için en uygun olduğu.
Her anne, kendi çocuğu için en iyisini bilir.
Çünkü bence ; “her anne kendi evladı için en mükemmel annedir.”

Sevgiyle,
dinamikanne





Baby&You Dergisi Ocak 2014 Sayısı

Baby&You dergisindeki Ocak 2014 yazım...
Dergiyi almayı ihmal etmesin anneler ve anne adayları.
İçinde harika dosyalar var...
Sevgiler,
dinamikanne





Baby&You Dergisi Aralık 2013 Yazısı

Baby&You dergisinde yazmaya başladım.
İlk yazım...
İlkler önemlidir.
Yollar akar, buluşur bir yerde...
Benim yolum da kızıma doğru...

Sevgiyle,
dinamikanne






Kuzenler Partisi (2013'e Veda Ederken!)

Geçtiğimiz hafta ısrarla çalan telefonunun ucunda kim mi vardı?
Benim canım yeğenim Alper (yaş 12).
Sesi öyle heyecanlıydı ki...
-"Teyze, haftaya pazar günü sakın program yapma!
Siz evde durmuyorsunuz ya, ilk başta size haber vereyim dedim.
-N'ooldu oğlum, hayırdır?
-Kuzenler partisi yapıyoruz anneannemde toplanacağız.
-Hmmm tamam oğlum geliriz, merak etme.Çok güzel düşünmüşsün, bravo sana.
Herkesi bir araya getirmek için güzel bir organizasyon..." şeklinde bir konuşma geçiyor aramızda.
Alper bu, durur mu?
Hafta içi yine arıyor beni, teyze geliyorsunuz değil mi?
Tamam oğlum,sorun yok diyorum, geliyoruz.
Bu nasıl bir parti olacak Alper diye soruyorum.Konsept ne?
"Hediyeleşme olabilir, herkese hediye alabilirsin ya da hediye olarak kek, kurabiye de yapabilirsin diyor.Önemli olan hepimiz, tüm kuzenler biraraya geleceğiz.
Mina çok küçük istersen sen hiç bir şey yapmayabilirsin" diye ekliyor.
Narinç teyzem kurabiye ve kek yapacak Elif (11) ile birlikte, anneannemde hep birlikte mantı ya da "hamur köftüsü" yaparız sonra da partiye başlarız...
"Hamur köftüsü"bizim geleneksel yemeğimiz.
Hasta olduğumda beni yataktan kaldıran, en sevdiğim Sushico'nun acılı ekşili çorbasına bile bin basan annemim çorbası...
Çocuklar da bu hamurdan köfteler yapıyor.Sonra hızlıca pişiriyoruz.
Ayak üstü herkes birer tabak içiyor.


Ve asıl partiye geçiyoruz.
Alper tüm organizasyonu yapmış.Hatta bu güne özel pasta bile almış.
Bir parti için olması gereken her şey var.Kuzenler partisi konsepti de hazır.
Duvara, bantlar yapıştırmışlar.
Anane & Dede evi burası, burada her şey serbest.

                                                 En değerli varlıklarımız


Alper ve Elif ile haberleşip ikisi ayrı ayrı sunum hazırlamışlar.Kuzenler videosu!
Mina'ya biraz kıyak geçip her iki video sunumunda da Mina'nın fotoğrafları ağırlıklı kullanmışlar.
Sosyal medyada o kadar çok fotoğraf  paylaşıyorum ki, hemen hemen hepsi vardı diyebilirim :)
İki harika video sunumu büyük bir heyecanla izledik ve hepimiz çok duygusal anlar yaşadık.
Oradaki fotoğrafların güzelliğinin yanı sıra, bu 2 çocuğun nefis bir organizasyon yapmaları ve partiyi böyle bir sunumla taçlandırmaları etkiledi bizi.



Her kuzenin baş harfine göre kurabiye yapmıştı Elif.
Narinç'ten E grubu -Emre, Elif
Şefika'dan D grubu -Duru,Damla
Seçil'den A grubu -Alper, Arhan
Türkan'dan Eliz, ? ( bir oğlumuz olacak, bu durumda e ile başlamalı galiba) 
Tuğba'dan Mina - yorum yok!

Mina, paketli ve şekerli  & tuzlu gıdalar tüketmiyor bir çok çocuk gibi.
Ama Elif ablası ona kurabiye yapar da ucundan ısırmaz mı? Zor aldım elinden kurabiyeyi...
M harflisini yedi tabi ki.



Hediyeleşme vakti geldi.
Biz hediye alamadık, kek-kurabiye de yapamadık.
Herkesin hediyesini Mina'nın doğum gününde vereceğiz.
Ablamlar, çocuklara hediyeler almışlar.
Duru(7)  hep bir köpek istiyor.Canlı olanından.
Hatta yaptığı "nuel list" inde köpek ve bahçeli ev en baş sırayı çekiyor.
Narinç size köpekli bir şey aldım demiş.
Hediyeyi açtığında, Duru ve Damla'yı bir ağlamadır aldı.
Çok geçmeden anlıyoruz dertlerini.
Meğer köpekli bir şey aldım deyince, "canlı köpek" almış zannetmiş.
O yüzden hediyelerini hiç beğenmemişler.
Hediyesi çok güzel, köpekli bir yumurtalıktı.
Ama canlı olmadığı için çok üzüldüler.

Elif, Duru'ya köpek bakmanın çok büyük bir sorumluluk olduğunu, böyle hediye olarak verilmemesi gerektiğini, beklentisinin doğru olmadığını söyledi.
Biraz duruldu Duru.Ama yine de "çok mutsuzum" diye ortalıklarda dolanıyordu.


Arhan kızları oyalıyor.
Eliz annesini isteyip ağlıyor.
Fotoğraflarda hep ağlarken çıkıyor.
Mina, bu kadar çok kuzeni birarada gördüğü için mutlu.
Tutunarak ayağa kalkmaya başladı, ufak ufak sıralıyor.
Eliz'in mikrofonunu bulmuş, almış eline oynuyor Mina.
Eliz geliyor, şak diye alıyor elinden.
İkisi ağlıyor...

Anneme dönüyorum.
Anne, sen 5 çocukla nasıl baş ettin, bizi nasıl büyüttün diyorum.
"Büyüttüm ama böyle oldum diyor"...
Bir sürü rahatsızlığı var.Her çocuk bir dert getirse, zaten minumumda 5 hastalık diyorum.
Olsun, sizler varsınız ya hiç önemli değil diyor.

Narinç ablam giriyor araya, bi' dakika, sana ben baktım hep diyor.
En küçük kardeş olduğum için 4 anne+bir gerçek anne = 5 anneli yetiştim zaten.
Herkesin emeği çok bende...
Hatta Mina'nın dünyaya geliş nedeni Narinç'te gizliymiş meğer.Bunu başka bir zaman anlatırım.

Daha sonra toparlanıyoruz.Herkes evine gitmek için eşyalarını derliyor.
Ama o da ne?
Minik yok!
Herkes minik'i arıyor.
Ne bu minik diyorum.
Köpek, Damla'nın oyuncak minik köpeği.
Kıyamet kopuyor, Damla ağlıyor.
Minik'im de minik'im.
Daha önceden fena tecrübe ettiğimiz için kimse Damla'yı susturmaya çalışmıyor. Çünkü imkansız.
O minik buraya gelecek!
Sonra bakıyorum yerde mor bir köpek.
Bu mu diyorum, evet diyorlar.
Minik'le bir poz foto çekiyorum, bulmamızın şerefine.



Elif daha önceden ayağını burkmuş.
Emre(16), kardeşini sırtına alıp aşağı indiretim diyor.
Annesi önce Emre'ye güvenemiyor, dur ben alırım diyor.
Emre, Elif'i bırakmıyor annesine.Alıp, jet hızıyla aşağı iniyor.
Annesiyle birbirimize bakıp gülüyoruz.
Ne çabuk büyüdü Emre.Ne kadar sahip kardeşine.
Bizimle çok sık takılmıyor.Onun kendi hayatı var.Neyse ki arada sırada böyle partilerden mahrum bırakmıyor kendisini bizden.

Sonra ortadan kaybolan annem geliyor.
Organik elma gelmiş köyden, herkese üçer beşer bölüyor elmaları.
Onun bu huyunu aylar önce Annem Hakkında yazısında bahsetmiştim.
Elmaları aldık, çıktık yola.
Aileme, ablalarıma, böyle muhteşem çocuklara sahip olduğum için şükrederek evin yolunu tuttum.


13 Aralık 2013 Cuma

İçli Köftenin İçli Hikayesi


Geçtiğimiz günlerde Planet Mutfak bir seri workshop düzenledi.
Sevgili arkadaşım Aysun, beni de davet etti.
"Yemek bulunca yicen, dayak görünce kaçıcan" ekolü ile büyüdüğümüzden hemen daveti kabul ettim.
Mutfağı zaten çok severim, özellikle Mina doğduktan sonra daha fazla vakit geçirmeye çalışıyorum mutfakta.Özellikle Mina için farklı yemekler deniyorum.
Hem sağlıklı, hem onun damak tadına uygun yemekler uyduruyorum.
Çok büyük heyecanla gittim.

"Sakın yemek yemeyin, sizin için çok güzel tabaklar hazırladık" dedi.
Tamam dedim ve gittiğimizde şu harika masa ile karşılaştık.




Planet mutfakta, İdilika'nın Ege Mutfağı isimli programı yapan İdil, bize harika yemekler pişirmişti.
Tekrar ellerine sağlık demek isterim buradan da...Hepsi harikaydı.
Sıcacık, çok güzel bir ortamdı.
Ekip çok yardımcı ve nazikti.
Bu çalışmayı hazırlayan, emeği geçen herkese çok teşekkür etmek isterim.
Çok güzel bir öğleden sonra yaşadım kendi adıma.

Gelelim içli köftenin içli hikayesine...

Köşebaşı'nın şeflerinden Ali şef bize eşlik etti o gün.
Köşebaşı Karaköy ile ilgili öğrendiğim enteresan bir şey oldu.Bir çok şefin ve servis görevlisinin adı Ali'ymiş.Enteresan değil mi? Ali'lere karşı pozitif ayrımcılık yapılıyor.Tüm Ali'lere duyurulur.

Tarsus usulu içli köfte yapmayı öğrenecektik.
İçli köfte benden sorulur havasına giriverdim hemen.


Önce Ali usta naısl yapılacağını gösterdi bize, daha sonra gruplar halinde farklı tezgahlara dağıldık ve başladık öğrendiklerimizi yapmaya.
Biz Tolga ile aynı gruba denk geldik.Tolga ile ilk kez orada tanıştık.Yemek pişirmeyi çok seviyormuş.
Ekip pozu verdikten sonra, işe giriştik.




Soğanları doğrayarak başladık.
İnce ince 2 soğanı kıymak gerekiyordu.
İçli köfte, kendi içli hikayesi bize hatırlatmak istercesine soğanları doğrarken ağlattı beni.
Yok içlendiğimden değil, acıdan ağladım.O yüzden de soğanları birazcık büyük doğramışım.
"Ben birazcık dişe dokunur seviyorum soğanları" diye kıvırdım ilk etapta.
Piştikten sonra biraz manupule ederek büyük soğan parçalarını aldık.

İlk önce malzemeleri ayırdı şefimiz.
Her şeyi gram gram veriyordu.
Ben çok göz kararı yaptığımdan bu gramların ne anlama geldiğinde kendimce görselleştirmeye çalışıyordum kafamda.
Aysun da baş öğretmenimiz olarak, şefimizin söylediklerini not alıyor ve yüksek ses ile hekesin duyabileceği şekilde tekrarlıyordu.



Malzemeler ve Yapılışı ;

Tarsus Usulü İçli köftenin dış harcı
150 gr. Esmer ince bulgur 
150 gr. Normal ince bulgur
100 gr. Un
100 gr. İrmik
1 yumurtanın beyazı
150 gr dana kontrifileden kıyma
80 gr. Biber salçası ( Yarısı acı biber , yarısı tatlı biber olabilir damak zevkine göre)
1 Cay bardağı su
1,5 çay kaşığı tuz

Hamur yapıldıktan sonra en son yumurta beyazı ve dana kıyma eklenip buzdolabında en az 2 saat bekletilecek.

Çıkartıldıktan sonra yarım çay bardağı su ile tekrar yoğurularak kıvama getirilecek.

Tarsus Usulü İçli köftenin iç harcı

400 gr. Kuzu kıyma bol yağlı
80 gr soğan (2 orta boy soğan)
150 gr. Ceviz
100 gr. Biber salçası
1 çay kaşığı tuz
1 çay kaşığı yenibahar
1 çay kaşığı karabiber
2 çay kaşığı kimyon


Önce tavaya kuzu etini koyuyoruz.Kaşık ile iyice ezerek, kavuruyoruz.
Daha sonra soğanları ekliyoruz.
Yine kavruluyorlar birlikte.
Salçasını ekliyoruz.Daha sonra baharatlarını ekleyip altını kapatıyoruz ve soğumaya bırakıyoruz.
Biraz soğuduktan sonra cevizini ekliyoruz.

En az 1 saat buzdolabının alt kısmında bekleyecek.
Dolaptan çıktıktan sonra tekrar yoğurulacak ve şekil verilecek.
Biz yuvarlak şekiller verdik.
Bunun boyutu ve şekillendirmesi sizin tercihinize kalmış.
İdeal olanı cevizden bir parça daha büyük olması.
Yani 30 gr civarında bir oran, bunun için ideal.
Daha sonra bu top top içler buzlukta 2 saat bekleyecek.Bu iç harç ne kadar sert olursa, dış harcı iç harca sarmak o kadar kolay olacak.

Dinlenmiş dış kısmı bir çay bardağı su ile tekrar açtıktan sonra elde incecik açıyoruz.
Büyük ve ince bir daire yapılarak, iç harca sarılıyor.
Dış kısmın ise 20 gr civarında olması yeterli.


Biz içli köfteyi yaparken kameraman arkadaşımız da bizi çekiyordu.
Biz de nasıl yaptığımızı program çeker edası ile anlatıyorduk.
"dinamikanne mutfakta" diye bir program çekmenin vakti mi gelmişti ne?

Altın kural : 
1-Ellerinizi yağlayarak dış kabuğu açın.Bu harç ne kadar pürüzsüz bir yapıya sahip ise o kadar içli köftenin parçalanma olasılığı az oluyor.
2-Dış kabuğu ne kadar ince tutarsanız o kadar daha lezzetli oluyor.
3-Bu yapılan içliköfteleri dondurarak bir kaç ay içinde tüketebilirsiniz.Donmuş içli köfteleri, şok ile açmamak gerekiyor.Buzluktan indirip, dolabın alt kısmında 1 gün içinde kendi halinde çözünmeye bırakabilirsiniz.
4-Haşlama yapmak istiyorsanız, kaynamış suyun içine sirke ya da limon, yağ ve tuz atıp 3-4 dakika haşlayabilirsiniz.
5-Kızartma yapmak istiyorsanız, bol yağın içinde yaklaşık 5 dakika çevirin.

Biz workshopta haşlamasını yapıp tattık.Limon ekledik üzerine, enfes olmuştu.Daha önceden hazırladıklarını getirmişti ustamız.


İçli köftelerin biraz dinlenmesi gerektiğinden kendi yaptıklarımızı eve götürdük.
O gün sevgili kişisi geç geldiği için tadına ertesi gün bakabildi.
Ben evde kızartmasını yaptım.



"O kadar yavaş yiyeceğim ki, hiç bitmesin istiyorum" dedi.Hayatında yediği en güzel içli köfteymiş.
Baharatlara ve acısına aldırmadan Mina'ya da tattırdım.
Maaammmm mmmaaaaaaaammmm dedi ve devamını istedi.Çok baharatlı ve acı olduğu için bir kaç lokma tattırmakla yetindim.

Ben içli köfteyi çok zor bir şey diye düşünürdüm.
Aslında hiç zor değil.
Belli püf noktaları var.
Biraz el oyalıyor ama değiyor.

Mis gibi kokan mutfaklarda mis gibi lezzetli yemeklere,
sevgiyle,
dinamikanne





12 Aralık 2013 Perşembe

Sana Kek Yaptım !

Bu yazı bu şarkı ile tavsiye edilir.
http://www.dailymotion.com/video/x8u2y_nil-karaibrahimgil-kek_music

Kek...Bunu söylediğimde dumanı üzerinde, mis gibi kokan şöyle bir şey canlanıyor gözümde...


Şarkısı bile var, niye yazısı olmasın ki dedim.
Bu kek, öyle bildiğiniz keklerden değil.
Ben adını "ikame kek" koydum.
Çünkü bir çok şeyin yerini daha sağlıklı şeylerle değiştiriyorsunuz ve sonrasında bebekler bile yiyebiliyor.
Mina 11,5 aylık.
Şu ana kadar hiç şekerle tanışmadı.
Tanışmasın da...Ne kadar geç, o kadar şahane...
Ekmek de yemiyor.
Aslında bayılıyor, bir kaç kez verdiğimde bayılarak yedi ama aynı şekilde ekmek ile de ne kadar geç tanışırsa o kadar şahane yine bence.
Dün çok özel bir tarihti.
11.12.13 tarihi, tarihe de geçsin diye Mina'ya kek yaptım.
Bu tarih sadece kek yediği tarih olarak geçmeyecekti kayıtlara, bir de kar ile tanıştı Mina.
İstanbul'a 2013 son çeyreğinde ilk kez kar yağmıştı.
Ve karda yapılabilecek en güzel şeylerden biri kek yapmaktır.

Mina büyüdüğünde ve okuldan döndüğünde evde her gün sıcacık kekler, kurabiyeler pişsin istiyorum.
Evi ev yapan bence mutfakta pişen yemek kokusu.
Okuldan gelir ve mutfakta kurabiyesini sütüyle tüketirken gününün nasıl geçtiğini konuşuruz...
"Bu günler de gelir mi" demiyorum artık.Zaman öylesine hızlı akıyor ki...

Neyse gelelim keke.
-3 yumurta
-1 su bardağı süt
-1 yarım çay bardağı pekmez
-5 adet kuru incir (10 dakika sıcak suda bekletilmiş)
-1 adet portakalın kabuk rendesi ve suyu
-1 paket vanilya
-1 paket kabartma tozu
-2 su bardağı Tam Buğday Unu
-1 çay bardağı zeytinyağı
-ceviz

Altın Kural :
1-  Yumurtaları tek tek kırarak çırpıyoruz ilk etapta.Ne kadar çok çırpılırsa o kadar lezzetli kekler.
2-  Kabartma tozunu en son koyuyoruz ki özü çırpıla çırpıla gitmesin.
3-  Unu, vanilyayı ve kabartma tozunu elekten eleyerek ekliyoruz ki havalansın malzemeler ve daha güzel kabarsın.

Sırasıyla, yumurtalar çırpılsın.Süt ,pekmez, portakal suyu ve kabuğunun rendesi,pekmez, vanilya,zeytinyağı iyice karıştıktan sonra un eklenir.Kıvamı hafif sıvı olacak.
En son kabartma tozu eklenir.Ceviz ve ince doğranmış incir ve/ veya üzüm eklenir ve 180 derece önceden ısıtılmış fırında yaklaşık 35 dakika pişirilir.

Keki Mina ile beraber hazırladık, pişerken 15 dakika şekerleme yaptı.
Uyandığında kek hazırdı.
İlk kez tadacaktı.
O vakit babası geldi ve babasına keki gösterdi.
O bile yiyeceğine inanamıyordu sanırım.


Cafe Mina'da kekin fiyatı biraz pahalı olsa da lezzetine diyecek yoktu.
Ertesi gün, bir miktar ofise getirip hem arkadaşlarıma tattırdım hem de Mina ile yakın yaşlarda olan bir arkadaşımın çocuğuna verdim.
Küçük bir dilim yemesinde hiç bir sakınca yok bence.
Tek paketli ürün karbonat ve vanilya.
Bunları yerine soda kullanarak da keki son haline getirebilirsiniz.


Hmmmm, nasıl bir şey ki bu, bakalım tadınaaaa!
Afiyet olsun.

Mis kokulu kurabiyeli&kekli günlere,
dinamikanne

9 Aralık 2013 Pazartesi

Dunning – Kruger Etkisi

Bugün bir yazı okudum, çok beğendim.
O yüzden hem sizlerle paylaşayım hem de arşivimde yer alsın istedim.
Ne de olsa söz uçuyor, yazı kalıyor değil mi?

Aslında durum çok bildik, tanıdık bir şey.
Bazen aklım almıyor.Nasıl oluyor diye.
Nasıl oluyor da insanlar bu kadar kendini bilmez oluyor.
Bunu düşünen tek kişi ben değilmişim demek ki.
Birileri araştırmış, yazmış.

Tom Stafford ve Matt Webb tarafından kaleme alınmış bir yazı.
Bana ulaşmasını sağlayan herkese de teşekkür ederim bu vesile ile...
Günleri güzel geçsin, bir mucize ile karşılaşsınlar...
Yazının orijinalinin adı : Why The Stupid Think They are Smart
orijinali burada


Psikologlar başarısızlıklarımızla ilgili sandığımızdan daha fazla körlük yaşayabildiğimizi söylüyor. 
Cornell Üniversitesi psikologları Justin Kruger ve David Dunning bir konuda becerisi olmayan insanların,  beceriksizliklerinin farkındalıklarını ölçümlemek için çeşitli araştırmalar yapmışlar.
çoğu insan, gerçek performansının çok daha üstünde bir performans sergilediğini düşünmüş. Ancak sonuçlar katılımcıların performansına göre ayrılıp incelendiğinde enteresan bir hal almış.
Bir konuda bilgisizliğin arttığında ya da becerin azaldığında, kendi performansını doğru değerlendirme ihtimalin de azalıyor.
Insan bir konuda beceriksizse, duble beceriksizlik yaşıyor. Sadece o konuda değil, kendini değerlendirmek için ihtiyacı olan zihinsel araçları da doğru kullanamıyor. 
"Algılamada yanlılık" söz konusu yani.
Bu duruma da Dunning – Kruger etkisi adı veriliyor.

Özetle; 

Kendini bilmezlik ile özgüven arasındaki farkın nedeni işte şimdi belli oldu.
Teşekkürler Dunning & Kruger...

Sevgiye,
dinamikanne

Çocuk Gibi Yaşamak Gerek Bazen


Geçen gün, Mina'nın kuzeni Duru (yaş 7) ile telefonda konuşurken "seni çok özledim, sen de bizi özledin mi Duru" dedim.
Gayet net bir ses tonu ile, "hayır" dedi.Neden diye sordum.
"Çünkü görüştüğümüzün üzerinden pek fazla geçmedi" dedi.

Nasıl hissettiğimi anlayamadım.
Aslında ne kadar netti.
Ne kadar basitti.
Ne kadar dolambaçsızdı.
Kendimi önce biraz kötü hissettim, daha sonra bunun benimle ilgili bir şey olmadığını düşündüm.

Ben onunla gurur duydum.
Çünkü bu öğretilmiş bir şey değildi.
Hayır demeyi öğrenmesi gerekir bazı yetişkinlerin.
O böyle yetişiyordu.Her ne olursa olsun, çocuk saflığı ile hayır diyebiliyordu.
İstediğini söylüyor, yapmak istediğini yapıyor, anı yaşıyordu.
Kimse de onu düzeltmedi."AAAA Yavrum, çok ayıp, o senin teyzen, üzülür bak sonra, özledim de" demedi.

Daha sonra buluştuk, Mina'ya da bana da sarıldı.
Mina'nın elini tuttu.
Mina'da ona yapıştı :)



Hayır demek zor değil.Sadece buna alışmak gerekiyor.Hayır demeye...
Başkasının "evet"i ile sizin "hayır"ınız arasında elbette fark var.
Başkasının "evet" i sizin gerçekliğinize uymayabilir.
Ve verdiğiniz o "hayır" ile çok daha mutlu bir insan olabilirsiniz.
Yapmacık hayatlardan uzak bir hafta diliyorum kendime ve tüm isteyenlere.


Işıkla,
dinamikanne


4 Aralık 2013 Çarşamba

Bana bir oğlan lazım, o da bu gece lazım!

Bir oğlan doğurmalıymışım.
Mina'nın kuzeni Alper (12 yaş) söylüyor bunu.
Bir ablam hamile ve oğlu olacağını öğrendi dün.
4 ablamın her birinde 2'şer çocuk oluyor bu yeni oğlanımız ile birlikte.
Mayıs ayı gibi gelecek kendisi.Zamanında ve sağlıklı olarak gelsin.
Hal böyle olunca, kız-erkek sayısını eşitlemek için bir oğlan doğurmam gerekiyormuş.
Emir büyük yerden :)

Elif ve Alper'in yaşları birbirine yakın iki kuzen.
Kız olunca Elif , erkek olunca Alper seviniyor çoğunluk bizde diye.Skorlar yazılıyor, çiziliyor.
Ama ikisi de tüm kuzenlerine karşı müthiş ilgililer ve yardımcılar.

Çok seviyorum çocukları, enerjilerini...
Şu doğum süreci yok mu, işte bu korkutuyor beni.
Hamileyken de öyleydim ben.
"Nasıl doğuracağım" diyordum.
Sonra şöyle düşündüm.
"Hiç bir uçak havada kalmamıştır Tuğba, elbette öyle ya da böyle çıkacak"...
O zaman rahatlamıştım, korkmamaya başlamıştım.
Son aylarda şu kadar sonra karnımdaki çocuk, yanı başımızda yatacak diyordum.
Erken doğum olduğu için o süreçte bekleme stresi yaşamadan doğuruvermiştim.
Öylece oluverdi.

Bugün bir arkadaşımla konuşuyordum.Şöyle bir noktada buluştuk.
İkinci çocuğu birinci çocuk için yaparım.Birinciyi kendim için yaptım :)

Ben beşinciysem, kimin içindim? Sanat için miydim yoksa ?

Sağlıkla ve kolayca gelsin oğlumuz.
Annesini üzmeden, kolaylıkla büyüsün.

Bizim hayatımızın en güzel varlıkları aşağıda.
Fotoğrafları bulmaya çalışırken, küçüklük hallerini de gördüm.
Ne çabuk geçiyor vakit.
Ne çabuk gerçekten !


                                                           Narinç'ten Emre & Elif


Seçil'den Arhan & Alper


Şefika'dan Duru & Damla

                                   
                                              Türkan'dan Eliz & Kardeşi ( Mayıs'ta geliyor)


                                     Tuğba'dan Mina (  tek çocuk olmak bir harika dostum :)

Nice güzel günlere hepbirlikte,
dinamikanne