27 Şubat 2014 Perşembe

Mina'nın Yürüme Hikayesine Dair 27.02.2014

Her çocuk farklıdır.
Her çocuğun dinamiği, gelişimi de farklıdır.
Doğal ebevynlik genlerimizde olduğu için Mina ile ilgili gelişim sürecini zamana bırakıyoruz.
Şu kadar aylık oldu emeklemesi lazım, şu kadar oldu artık yürümeli gibi söylemlerden uzak yetişiyor Mina.
Evde ayakkabı giydirmiyordum.Dışarıya çıktığımızda giyiniyor, bu da aslında koruma amaçlı oluyor çünkü dışarıda arabasında oturuyor.
Durum böyle olunca da Mina'nın yürümesi olması gereken zamanda oldu.Erken değil yani.
Geçen hafta evde de kullanabileceği bir ayakkabı aldım ve evde onları giyiniyor çok severek.
Ayakkabı olmadan adım atması pek kolay  değilmiş, onu anlamış oldum.
Ayakkabıları giyindikten sonra, altı kaymadığı için adımlamaya başladı.
Dün yani 27.02.2014 tarihinde babasından bana doğru, benden de babasına doğru gitti.
Hal böyle olunca biz ağladık, gürültülü şarkılar söyledim:) Coşkumu ancak gürültülü dile getirebiliyorum ben, ne yapayım:)
Hissettiğim şey ise şu oldu.
Aslında nasıl da basit hayat...
Mutluluk; bazen bir küçük adımda, bazen minik patlayan beyaz bir dişte, bazen onun gülümsemesinde...
Anneden Yavruya tavsiye:
Canım sevgilim, hayat o kadar güzel ki...
Telaşsız, keyfini çıkartarak yaşa.
Adımların hep güçlü bassın yere, emin ol...
Her zaman doğruyu yapmak zorunda hissetme kendini, yanlışlar da çok güzeldir, zaman zaman yanlış adımların da olabilir.
ve bunlar bize hep tecrübe olur.
Yaşa, çok güzel yaşa...
Seni seviyorum...
dinamikannen


25 Şubat 2014 Salı

Uyku Eğitimi

Kalbimin sesini dinlerim ben pek çok konuda.
Elbette aklımı da yanıma alırım.
Işık olur kalbim, yol gösterir aklım.

Mina ile ilgili pek çok şeye duygularımla karar veriyorum.

Uyku meselesi de bunlardan biri.
Bebeğim olmadan önce net bir duruşla; asla yanıma almam, herkes kendi yatağında yatsın diyen biriydim.

Mina doğdu, bizim odamızda sepette yattı 8 ay boyunca.
Ilk kez koyun koyuna 3 aylıkların yatmıştık.
Küçük bebeklerle birlikte yatmak çok yanlış.
Özellikle lohusalık döneminde ve bir kaç aylıkken insan kendisini bilemiyor.
Gece besle, altını değiştir, doğumun yorgunluğu derken elini, kolunu nereye koyacağını şaşırıyor.Kötü hikayeler o kadar çok ki...Aman dikkat!

3 aydan itibaren, 8 aya kadar olan dönemde bir kaç kez bizim yatağa kaçamak yaptı.

8 aydan sonra da kendi odasına geçer diye planlıyordum.
Ama hala anne sütü aldığı için de bana çok büyük eziyet olacaktı.
2 yol vardı.
-bizim odaya bir yatak daha alıp orada yatıracaktım.
-hep birlikte ailecek uyuyacaktık.

Yüreğimin götürdüğü sesi takip ettim ve bizimle yatmasına karar verdim.
"Belki bir çocuk daha yaparız ilerde belki de yapmayız."
O yüzden bu müthiş duyguyu belki bir daha yaşama fırsatım olmayabilir.
"Zaten öyle çabuk büyüyorlar ki..."
Cümleleri benim bu yaptıklarımın arkasına mantık bağlayabildiğim kurtarıcılarımdı.

14. Ayına kadar üçümüz, bazen babayı şutlayıp sere serpe ikimiz yattık.

Dün ani bir karar ile artık yatağında yatması gerektiğini söyledim Mina'ya.
Şu anda her şeyi anlıyor.
Pek oralı olmadı ilk başta.

Akşam oldu, ritüellerimizi yaptıktan sonra "hadi Mina'cım uyku vakti" dedim.

Pek kalmak istemedi yatağında, kitap okuduk, şarkı söyledik...
Sen yatağına yat, ben yere yatayım dedim olmadı, ağladı ve gelmek istedi.
"Tamam, o zaman anne yanına geliyor, yer aç bana" dedim.

Onun yatağına yattım, meme vermeden yanına uzandım ve bir süre sonra uyudu.
Ben de uyuyakalmışım Mina'nın karyolasında.

Sonra kalktım yanından, 2 saat sonra ağladı.
Babası baktı.
Babasının kucağında uyuyor, yatağına koyacağı an çok fena ağlıyordu.
Bir süre babasının koynunda kendi odasında takıldılar.
Daha sonra yine ağlamaya başladı.
İçli içli...
Meme istiyordu.
Hepimiz bizim yatağımıza geldik.

Hedef; meme vermeden geceyi atlatmaktı.
Babası, biberon içinde su getirdi.
Aslında biberondan pek hoşlanmayan Mina'nın bağımlıymış gibi olan hali, babasının içini parçaladı.
Gece gece gözleri doldu babasının Mina'nın haline.
Her şeye rağmen hedefimize ulaşmıştık.
Ilk geceyi meme vermeden atlattık.
Sabaha karşı bir defa beslendi yalnızca.
Normalde 3-4 kez meme alan bir bebeğe göre oldukça iyi bir oran olduğunu düşünüyorum.

Altın kural:
-anne hedef koymalı 
-ağladığında hemen pes etmemeli
-çok ağlıyorsa kadememi olarak hedefini revize etmeli.

Altın kuralların bizde ruh bulmuş hali;
-hedef; kendi yatağında yardımsız uykuya geçmesi
-ağladığında babası gitti, ben gözükmedim.
-ağladığı için biz hedefi meme vermemek olarak revize ettik ve yanımıza aldık.
zaten ilk hedef olan yardımsız uyumayı başarmıştı.

Bugün 2. Gün.
Akşam yemek yedik, banyo yaptı, anne sütü aldı, uyudu.
Yaklaşık 3 saattir kendi karyolasında uyuyor.
Bakalım bu gece nasıl geçecek?

Ilk gün harika geçti bence.
Şu anda da böyle giderse bu işi çözdük demektir.

Bunlar benim kendi tecrübelerim, kimsenin tavsiyesini uygulamadım, içinden geldiği gibi davrandım.
Her bebek farklıdır bence.
Ve o farklı ihtiyaçları yalnızca anneleri anlayabilir ve bu ihtiyaçlara uygun aksiyon alabilir.
Kalp ışık olur, akıl yol gösterir!

Deliksiz uykulara,
dinamikanne





"Kutu" : Geçmişe minik bir yolculuk



Her insanın küçüklüğünden, geçmiş yıllardan kalma bir kutusu olmalı.
Anılarını, hayallerini, düşlerini sığdırabileceği bir kutudan bahsediyorum.
Yangında kurtarılacak ilk şey olmalı bu kutu.
Her seferinde açmadan okşamalı, sevmeli kapağını.
Çünkü her seferinde insan bir yolculuğa çıkıyor.
Geçmişe mini bir yolculuk.

Mina'nın da bir kutusu var.
Bu kutuda pek çok şey var şimdiden.
Göbek bağını sakladığım çok özel bir kutu.
Ilk yolculuk bileti, saçından ilk tutam...
Bu kutunun içine ilk çıkacağı dişi de girecek, aşık olduğu delikanlıdan gelen ilk aşk mektubu/ notu da...

Bizim sevgilimle mektuplarımız, birbirimize yazdığımız notlar, bana yaptığı sürprizli tasarımlar durur bir kutunun içinde.
O günleri hatırlamak istediğimizde açar bakarız.
Aynı heyecanı yaşarız, nefesimiz kesilir,
En küçük detaylar canlanır gözümüzde.

Herkesin bir kutusu olmalı, bugünden koparıp, minik bir yolculuğa çıkaracak küçücük bir kutu işte...

Sizin yoksa, geç değil, hadi hemen bir kutu bulun, gelecek için, geçmişi hisseden anlar yaratın...

Sevgiyle,
dinamikanne


14 Şubat 2014 Cuma

İş Değişikliği I Mindshare Yolculuğumun Sonu

Bu yazı bu şarkı ile tavsiye edilir...
Estrella Morente güzel sesi ve dansı ile uğurlasın beni...

"Ben sabahları severim oldum bittim,
Sabahları, çocukları, bütün başlangıçları..."

Necati Cumalı'nın bu dizeleri pek severim.
Hayatı özetliyor benim için.

Sabahlar güzeldir, yenidir...
Çocuklar bu hayattaki en güzel şeydir.
Geriye bir de yeni başlangıç yapmak kalıyor, ben hep yaparım yeni başlangıçlar hayatın içinde...
Şimdi de daha büyük bir yeni başlangıç yapmakta sıra...

10 yıldır çalışmakta olduğum ofisimden ayrılıyorum.
Bugüne dek onlarca veda maili ,onlarca yeni gelenlere hoşgeldin maili okudum.
Şimdi sıra benim veda yazımda...

Toplamda 3 güzel ekipte çalıştım.
Bir sürü hayat hikayesine tanık oldum...
Paylaşmayı seven biri olarak, bir sürü kişi de benim hikayeme tanık oldu.

Burada büyüdüm sanki.
Hayata dair,pek çok güzel ve kötü şeyi burada çalışırken yaşadım.
Evlendim,ölümden döndüm,anne oldum...
Ve daha fazlası elbette...
Ancak şu 3 şey; insanın hayatını değiştiren dönüm noktası.

Özetle; Mindshare benim 10 yılım.
Geriye baktığımda bana her anlamda pek çok şey katan insanla çalıştığımı görüyorum.

10 yıldır aynı yerde çalışıyorum ben.
Genç yaşımda katıldığım Mindshare'den yolun yarısını tamamlamama 3 kala ayrılıyorum.
Pek çok şey demek aslında bu 10 yıl benim için.

Üniversiteyi bitirdiğim yıl, başka bir medya ajansı ile görüşmeye gidecektim ve ablamın yanına uğramıştım.

O dönemde, ilk çalışacağım grubun direktörü  "ne işin var o ajansta, gel burada başla" dedi ve pazartesi Mindshare'liydim artık.
Giriş, o giriş...
Bilenler bilir, tek kelime ile "rüya takımıydı" o ekip.
Çok güzel bir ekiple başlangıç yapmıştım medya planlama sektörüne.

İkinci çalıştığım gruptaki "sarışın" kadın, ışık kadınlardandı benim için.
İş disiplinimde, hayata bakış açımda öyle çok katkısı var ki...

Ve son çalıştığım grupta ise "make today delicious" mottomuz oldu.
Her günü daha lezzetli kılarak çalıştık.
Yeni bir  "rüya takımı" oluşmuştu...
Tüm arkadaşlarım öyle kıymetli ki benim için...

Şimdi Mindshare yolculuğumun sonuna geldim.

Yola grup şirketi olan Mediacom ile devam ediyorum.
Bildiğim, güzel insanların olduğu bir yerde devam edeceğim...
Kim bilir yeni ajansımda çalışırken hayata dair neler değişecek...

Her zaman desteğini yanımda hissettiğim güzel insanlar...
Herkese çok teşekkürler!

Sevgililer gününde son günüm...
Sevgiyle ve ışıkla kalın,

dinamikanne


Tanıştırayım; Bu momiji Upendo.Kızıma aldığım doğum günü hediyesi.Benimle birlikte hep, geziyor, anı biriktiriyor.Çalışma masamdan son bir kare :)

13 Şubat 2014 Perşembe

Gülme Saati

Mina ile son zamanlarda uyguladığımız bir rituel var.
"Gülme Saati" yapıyoruz.
Banyodan sonra, pijamalarını giyindikten sonra, uykuya geçmeden önce ailecek gülüyoruz.
Kahkaha atarak...
Ben iki elimi birbirine vurup; "Gülme saati başlıyoooor" diyorum ve Fatih ile birlikte kahkaha atmaya başlıyoruz.
Mina önce bana, sonra babasına bakıyor ve gülmeye başlıyor.
Anlıyor gülme saatinin başladığını...
Eğer o an komik bir şey yoksa bizi kırmamak için sahte kahkaha atıyor.
Bu kadın her gün bir şey buluyor, kırmayayım da ayak uydurayım der gibi...
Sonra Mina'nın çok eğlendiği oyunlar oynuyoruz, sahte kahkaha gerçeğe dönüşüyor.
Öpücük çemberi yapıyoruz, Mina babasını, babası beni,ben Mina'yı öpüyorum ve sonra kahkaha atıyoruz.
Bu durumdan doktoruna bahsettim, ne güzel bir şey bulmuşsun dedi.
Nasıl ki "anne&baba saati", "kitap okuma saati" yapıyoruz ve o anın adını koyuyoruz, "gülme saati" de öyle oldu bizim için.
Hayatta pek çok şeyin farkına varmadan yaşıyoruz.
Minik anlar yaratarak ve o ana özel kılarak biz çok mutlu vakit geçiriyoruz.

Mina sonrasında uykuya çok güzel geçiyor ve sabah çok mutlu uyanıyor.
Hep gülümseyerek...


Gülen günlere,
dinamikanne

Hastane Odası Anıları I Geleneksel Aile Yemeğimiz :Ciğer

Ben 2007 yılında 19 Mart'ta bir rahatsızlık geçirmiştim.
Pnömötörax.Nam-ı diğer PX.
Türkçesi;ciğerim sönmüştü ve nefes alamıyordum.
Ciğerin üzerindeki baloncuklar patlamıştı ve içeriye hava dolmuştu, bu havayı dışarı çıkartmak gerekiyordu diren yardımı ile.

20 gün kadar hastanede kaldım.Bir sürü yol denendi iyileşebilmem için.
En sonunda "canlı ameliyat" dedikleri "tetra operasyonu" yapılmıştı.
Evet gerçekten de canlı ameliyattı bu...
Sonrasında her 19 Mart'ta bir şükrediş yemeği olarak ciğer yiyecektik.
Ailemizin geleneksel yıllık yemeği:)

O dönemde en çok damar yoluna girilen "kelebek" i bulana şükrettim.
Böylece sürekli delinmek zorunda değil kollarınız.
Bir kere giriliyor, 3 gün sonra değişiyor damar yolu.
Tüm ilaçları da buradan alıyorsun.
Hep söylerim, kim bulduysa çok mutlu olsun!

Hastane odasının olmazsa olmazı komşuculuktur.
Koridorda yürüyüş yaparken yan odada kimler var, onlarla tanışırsın.
Kimin daha çok derdi var, anlatırsın da anlatırsın.
Anlattıkça hafiflersin.
Eğer onların durumu seninkinden daha kötüyse çok üzülürsün ve şifalar dilersin ve içten içe de şükredersin haline.
Senin durumun onlardan kötüyse kendini kıdemli hissedersin.
Hayat koçu gibi tavsiyelerde bulunursun.
O anılar hayatın boyunca kalır seninle.

Benim pnömötorax geçirdiğim günlerde yan odada bir teyze vardı.
Öyle tatlıydı ki...
Frankofon bir teyzeydi.
Oğlu vardı bir tane, Paris'te yaşıyordu, konsolostu.
O gelecek Paris'ten onu bekliyorum diyordu.
Solunum problemi vardı.
Özel hastanede olmamıza rağmen, başında dışardan hizmet aldığı özel hemşireler bekliyordu.
Aslında durumu gayet iyi gözüküyordu.
Kadın hastane hastane geziyormuş meğer.
Onun odasına sohbete gittiğimde; buranın yemekleri çok güzel, geçen sefer şu hastanede kaldım hiç güzel değildi diye anlatıyordu.
Başka bir hastaneden de "oranın da doktorları çok iyi" diğer bir hastaneden "oranın manzarası harika" diye ekliyordu.
Sabahları kalkar kalkmaz, ileri yaşına rağmen; saçlarını fönlerdi, kırmızı rujunu sürerdi, koridora çok şık gecelik&sabahlık ile çıkardı...

Oğlu geldi ve onlar çıktılar.Ben kaldım hastanede...
Yan oda bomboş kalır, bu odanın yeni hikayesi kim olacak diye düşünürsün o boşluk hissi ile...

Sonra Adapazarı'ndan bir teyze geldi.
Yine solunum problemi...
Orta halli, tonton mu tonton bir teyze.
Onunla da çok güzel sohbetler ettik.
Oksijen tüpüne bağlı kaldı bir kaç gün.
Ertesi gün koridordan odasına baktığımda bomboştu.
Teyze çıktı mı bana veda etmeden gitmez o dedim hemşire hanımlara.
Çıkmadı, ex oldu dediler.
Yani?
Öldü...
Ben kendime gelemedim.
Gitmişti teyze, bir önceki gece koridorda yürürken, odasına doğru el salladığım teyze gidivermişti sonsuzluğa...

İşte hastane odasının en acı yanı budur.
Komşun gidivermiştir.
Ve kimse senin o psikolojide yaşadığın duyguları anlayamaz.
Doktorlar, hemşireler o kadar alışmıştır ki...
Ex oldu derler.
Pardon o ne demek dersin.
Çok basitçe öldü yani...

Dışardan arkadaşlar, eş-dost gelir ziyarete.
İçin gider şıkır şıkır giyinmişlerse...
Sen her gün pijamalarla vakit geçirirken, bir de bahar gelmişse cıvıl cıvıl o zaman özenirsin mini eteklere, rengarenk kıyafetlere...
Ben de iyileşeyim, ben de giyineceğim, çıkıp gezeceğim dersin bir çocuk gibi...

Hastaneye fazla yerleşmek istemezsin, zaten çıkacağım ben diye düşünürsün.
Her geçen gün orada daha fazla kalman gerektiğin fikrine alıştıysan yavaş yavaş yerleşmeye başlarsın.
İsteme istemeye...
Düzen kuruluvermiştir...
Hangi çekmecede ne var, bellidir artık.

En güzel duygu kurtulmak duygusudur.
Oradan kurtulmak.
Sağlığına kavuşarsak elbette.
Çıkacağın belliyse sevincini  komşularına belli etmemeye çalışırsın.
Kapıdan çıktığın anda ağrılarına rağmen sokak ortasında göbek atasın gelir...
Biz bir önceki gece odada kahve içip, fal bile baktırmıştık orada iyi fal bakan bir hasta bakıcıya.

Yarın çıkıyor muyum dersin, gece sevinçten uyuyamazsın.
Bitmiştir çünkü artık.En büyük acılar sonlanmıştır.
Çünkü; çıkmak demek = iyileşme seviyesine gelmektir.

Nasıl oldu diye soranlara bir kaç yıl hep bu acıyı anlattım, anlattıkça hafifledim.
"Canlı ameliyatta; direnden direk ciğere bir madde veriliyor; kezzap gibi yakıcı, zamk gibi yapıştırıcı bir madde.
Bu maddeyi veriyorlar ve 2 saat boyunca seni sağa&sola çeviriyorlar ve ciğere nüfuz ediyor ve ciğer yapışıyor."

Yıllar sonra biriyle tanıştım.
O da pnömötörax geçirmişti. Daha da fenası benim gibi canlı ameliyat yaşamıştı.
Ciğer kardeş olduk onunla.
Kimse ama kimse bu acının ne demek olduğunu bilemez.
Yalnızca yaşayan bilir derler ya, işte öyle...

Kapandı artık, bu konuyu kapattım, artık tamamen iyiyim.
Önceden bir şey hissettiğimde acilde alırdık soluğu, ciğer filmi çektirirdik.
Herkes gergin beklerdi sonucun çıkmasını.
Bir şey yok dediklerinde yeniden doğardım.

Hatta o kadar iyiyim ki son yıllarda tamamen doğal doğum yapmış biri olarak bu defteri kapattım.
Haydi geçmiş olsun...

Bir de canım kızım, eve geldiğimde kendi başına, yardımsız yürüdü.
İşte yeniden doğmak diye, buna derim ben!

Güzel, bol oksijenli günlere,
Sevgiyle,
dinamikanne






Hastane Odası Anıları - Annem

Şubat ayı sürekli hastane odalarında geçti.
Önce ablam hastanedeydi, şimdi annem.
Bu yazıyı hastane odasında yazıyorum.Annemin yanındayım.
Oksijenin sesi, sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığın sesi gibi çıkıyor.
Ne güzel bir huzurdur o...
Sobanın yanına kıvrılırsın ve sıcağa bırakırsın kendini.
Uyku getiriyor ve enteresan bir huzur veriyor insana.
Sanki her şey yolundaymış hissini yaşatıyor...
Oksijen alan insan daha enerjik oluyor.Biraz da çakırkeyif.
2 tek atmış hissi...

Annemin bir sürü rahatsızlığı var.
Geçmiş olsun nesi var annenin dediklerinde verecek cevap bulamıyorum ve nesi yok ki diyorum.
Şeker, kalp, tansiyon, koah, göz ameliyatı, burun kanaması.
Çok fazla 3 nokta işaretini kullanan biri olarak az önceki cümleni (...) ile bitirmedim.
Nokta!
Bilebilir mi artık lütfen bu hastalıklar ve sağlığına kavuşabilir mi!

Yıllar önce bypass olmuştu annem.O ameliyat sonrasında da kendisine gelemedi  bir daha.
Küçük bir çocuktum o zamanlar.12 civarındaydım.
Annemi ziyarete gidecektim.Hem de tek başıma.
Ben gelirim demiştim ablama.Tek başıma gelebilirim!
İlk kez yalnız başıma dolmuşa binmiştim o gün.
Bir tane ışıklar alır mısınız diyecektim şöför amcaya.
Ama o zamanlar bir sürü ışık olduğunu ve hepsine ışıklar dendiğini bilmiyordum.
Neyse ki hangi ışıklar sorusuna Siyami Ersek Hastanesi ışıklarda demiştim ve sorunsuz gitmiştim.

Yanımda anneme hediye götürmek istiyordum.
Bizim arka bahçemizde incir ağacımız vardı.
İncirler olmuştu, annem yemeden olmazdı.
Onu hastaneye ziyarete giderken yanımda incir götürecektim.
Peki ezmeden nasıl götürecektim? Tek sorunum oydu o an için.
Ağaca çıkıp, incirleri özenle toplayıp, yumurta kartonunun içine koymuştum ve hastaneye öyle getirmiştim.Ne yaratıcı bir çocukmuşum! :)

Doktor bana anneni arada bir yürüt demişti ve koridorda görev aşkıyla kadına 40 tur attırmıştım.
Nefes nefese kalmıştı.
O yeter diyordu, ben hayır itiraz yok doktor yürüt dedi diyordum.
Bizi koridorda gören ablamın arkadaşlarından biri ablama "Kardeşin anneni öldürüyordu, ben müdahale ettim"  demiş.
N'apıyım doktor dedi:)

Ben annemin iyi hallerini hatırlamıyorum.Şu anda 32 yaşımdayım.
Elbetteki iyi olduğu günler vardır, ama ben hatırlamıyorum, küçüktüm.
By pass sonrasında annem kendisini hiç toparlayamadı.
Sonrasında da annem&kocaman bir ilaç çantası ayrılmaz ikili oldular.
Hatırımda kalan hep rahatsız olduğu dönemler.

İlk insülin iğnesini ben yapmıştım.
Onu da heyecandan çevirmeyi unutmuşum ve boş iğneyi batırmıştım.
Sonra iğneyi çekip, ucunu değiştirip tekrar vurmuştum.
Kendi kendisine vurmayı da öğrenmesi gerekiyordu.
Öğrendi de...
Şeker bize hayatımız boyunca rahat vermedi.
İnsülin iğnesi 4 adede çıktı günde.
Her gün 4 defa batıyor etine.

Her defasında ayrı stres yaşıyor, sanırım vücudunda iğne batmayan bir yer yok.

Hastane odası kendinle başbaşa kaldığın yerdir.
Ölüme daha yakın olduğun, daha çok şükrettiğin, başkaları için dua ettiğin yerdir.
Bir sürü dostluk kurulur orada.
Belki görüşürsün, belki görüşemezsin mesafelerden dolayı.
Ama herkesi kendi ismiyle, hayatıyla çok net hatırlarsın yıllar geçse bile.

Hastanede annemin komşusu hasta bir abla daha vardı.
Torunu ve kızları geldiler.
Ellerinde bir pasta ve yanan mumlar ile birlikte.

İyi ki doğdun anneanne dedi torunu.
Anneanne pastayı üfledi, hep birlikte sessizce doğum günü şarkısı söyledik.
Gözleri dolarak bakıyordu anneannesine.
12 yaşlarındaydı.
Annemin ameliyat olduğu dönemdeki olduğum yaşta yani.
Kendimi gördüm o çocukta.
Gözleri ıslak ıslak, ama anneannesine neşe vermeye çalışıyordu.

Sen ne olacaksın büyüyünce Yeşim diye sordum, veteriner dedi.
Ne güzel bir meslek dedim.
Belki doktor olup, anneannene de bakabilirsin dedim.
Evet, onu da düşünüyorum dedi.

Şimdi annemin çıkacağı günü bekliyoruz. Çıkacağı=İyileşeceği günü.
Kim bilir belki bir mucize olur ve tamamen iyileşir bir gün.


Bu momiji Upendo. Mina'ya aldığım doğum günü hediyesi.
Benimle geziyor, anı biriktiriyor.
Girdiği her ortamda sevgi yayıyor.
Hastane odasında tüm hastalara sevgi yaysın diye bu fotoğraf.
Allah'ım bekleyen, isteyen herkese şifa versin...


Sağlıklı günlere,
dinamikanne

5 Şubat 2014 Çarşamba

Öpücük

Bu yazı bu şarkı ile tavsiye edilir. 

Öpücük...
Bence kelime itibari ile enerji dolu bir kelime.
Öpüyorum, öptüm; daha yumuşatıyor bu enerjiyi...
Öpüldün, sevimsiz ve samimiyetsiz geliyor bana.

Ablam beni küçükken öpücüklü sevgilim diye severdi.
Öyle hatırlıyorum, ya da bunu ben mi uydurdun bilmiyorum.
Şimdi bu yazıyı yazarken küçükken oyuncaklarıma söylediğim bir şarkı geldi aklıma.

"Öpücüklü sevgilim,
Sana gönül vermedim,
Sana gönül verseydim,
Ne yapardım ben!"

Niye böyle bir şarkı yazmıştım onu da anlamadım ya, neyse.
Müthiş bir hayal gücü çocuğu olduğumu söylememe gerek yok sanırım.

Öpüşmek samimiyet gerektirir.Biz sıcakkanlı insanlar olarak şapur şupur öpüşürüz.
İş hayatında ilk tanıştığımızda el sıkar, ikinci toplantıda şapur şupur olmuşuzdur bile...
Ben seviyor muyum diye düşündüm başkaları ile öpüşmeyi.Çok az tanıdıklarımla öpüşmeyi sevmiyorum, iyi tanıdıklarımla öpüşmeyi ve daha da çok sarılarak öpüşmeyi seviyorum.
Özellikle Mina doğduktan sonra daha az öpüşgen bir insan oldum.
Şu mikrop belası nedeni ile...

Farklı öpücük stilleri vardır.
Ben yeğenlerimi kokulu&gürültülü öpüyorum.Öperken; mmmuuaahh diye ses çıkacak ve onların kokularını içine çekeceksin.
Canavar gibi mi gözüktüm:))
Böyle öpmeyi onlara da öğretiyorum.
Mina'ya daha var, biraz daha büyüsün:))

Ablam da kendi kızları Duru ve Damla'ya öpüş mü kokiş mi derdi.
Cevap öpüşse öper, kokişse boynundan koklardı.

Bir de en sevdiğim oyunlardandır.
Yanaklarını iki elinle kapatırsın ve "sakın ama sakın beni öpmeeeee" dersin.
Çocuklar söylenenin aksini yaptıkları için ellerini yanaktan var güçleri ile çekmeye çalışırlar ve sonra öperler.

Mina, öpmeyi öğrendi bu ay.
Tombik ellerini dudaklarına götürüyor mmmmmmuuuuaaaahhhhh yapıyor ve ellerini sana doğru gönderiyor.
O öpücükler havadan yavaş yavaş geliyor, konuyor yanaklarına...


                                          Örümcek adam öpücüğü Mina&Baba

Yakın zamanda temaslı öpmeyi de öğrendi.
Yanaklarına yapışıyor, ses çıkartarak mmmmuuaaahhhh yapıyor.
O temas yok mu?
Bence dünyada ki pek az şey, bu temas kadar güzel.
Ve Mina'nın bizi öptüğü o an...
Evlat öpücüğü, dünyadaki en güzel öpücük...
Kimse, onun kadar güzel öpemiyor...
Bu aralar danslı öpücük çalışması yapıyoruz.
Dans ederken öpüşmeyi öğreniyor Mina.

Sevdiklerinizle bol öpücüklü bir gün olsun, 
Öpücükle, 
dinamikanne


4 Şubat 2014 Salı

Mina 13 Aylık

Mina'cım,
13. Ayını doldurdun.
Yeni yaşında birlikte adeta günden güne daha hızlı büyüyorsun.
Artık söylediğimiz her şeyi anlıyorsun, emekliyorsun ve taytay yapıyorsun.
Kuzulu tabureni çok seviyorsun, bunu yürüteç gibi kullanıyorsun.


İlk 6 aya kadar sana genellikle hep tulum giydirdim, tulum bana göre bebeklere en çok yakışan kıyafet.
Şimdi bebeklikten, çocukluğa döndüğün için arada sana tulum giydiriyorum.
Eski günleri anmak için :)



Henüz adım atmadın, ama olsun, ne acelemiz var ki?
Ben seni hiç zorlamıyorum ya da yardımcı olmuyorum.
Zamanı geldiğinde, kendini hazır hissettiğinde yapacaksın nasılsa.
Koltuktan kendi kendine güvenli bir biçimde inmeyi kendi kendine öğrendin.

Ocak ayını yine çok gezerek geçirdik.
Havanın çok soğuk olduğu zamanlarda bile battaniyeye sarılıp, arabanın koruması ile birlikte sokaklardaydık.
Bir sürü şapkan var, hepsini kullanmak için çıkıyoruz aslında biz sokağa :)



Dişlerin 4 alt, 4 üst olmak üzere 8'e tamamlanıyor.
Biraz iştahsızlık yapıyor bu sende.
Yine de zorlamıyoruz yemen için.
Hala anne sütü alıyorsun.
Mina, memmikooo dediğimde emekleyerek geliyorsun ve memeyi gördüğünde duygu yoğunluğu yaşıyorsun, çok mutlu olup sütünü içiyorsun.

Her şeyden anlıyorsun artık, mesela bir şey gösteriyorum ertesi gün teker sorduğumda yapıyorsun.
Buraya bir kuş konmuş hikayesini anlattım sana, ertesi gün kuş nereye konmuş kuzum dedim, avucunun içini gösterdin.
Bu bizim için, ne büyük bir mutluluk bilemezsin.

Bu ay kan aldırdık senden.Rutin kontrol için.
İçli içli ağladın, ama sonra geçti.
Kanların da çok güzel çıktı, her şey harika!
11 kilosun şu anda.


Günlük öğünün;
-sabah kahvaltı ( yaşına girdiğinden beri tam bir yumurta yiyebiliyırsun artık,peynir, tahıl, pekmez, badem&ceviz)
 -Arada anne sütü 
-köfte veya çorba ( içine hepsinin muhakkak bir parça et ile; sebze, buğdaylı yayla,tarhana en sevdiğin) Zeynep teyzen sana harika çorpalar pişiriyor, hatta bazen senden arta kalnalrı akşam yemeği için biz bile yiyoruz, o kadar lezzetli yani.
-ev yoğurdu ( kuru meyveleri haşlayıp, blendır yapıyoruz ve bazen yoğurtla karıştırıyoruz öyle yiyorsun) 
-taze meyve (kuru meyve yiyorsan, taze meyve vermiyoruz) 
-akşam benden aldığın anne sütü 
-akşam biz ne yiyorsak ufak ufak sana da ondan veriyoruz.

Köfteyi çok seviyorsun, kafanı iki tarafa sallayıp mmmmmmhhhhmm diyorsun.
Katı gıdaların bir çoğunu kendin yiyorsun.
Bazen sandalyenden aşağıya atıyorsun.
Sonra arkasından bakıyorsun.

Bu ay seninle birlikte bir şey keşfettik ve uyguluyoruz.
Anneannen ile ben bir akşam bir şeye gülerken sen de bize bakıp kahkaha atmıştın.
O günden beri "Gülme Saati" uygulaması başlattık:)) Her akşam banyo sonrasında uykuya geçmeden önce gülme saati yapıyoruz.
Herkes kahkaha atıyor.
Sen de tabi ki..
Hem birlikte çok güzel vakit geçiriyoruz ve çok mutlu olarak geçiyorsun uykuya.

Bundan önceki aylarda da çember oluşturup, ooooommmm yapıyorduk, sen de bir babana bakıp, bir bana bakıp, ommm yapıyordun.

Birlikte uyuyoruz, doğrusu ne bilmiyorum ama senin böyle çok mutlu olduğunu biliyorum.
Eğer kuzenlerin, anneannen, babaannen yatılı olarak kalıyorsa ilk uykuyu odanda uyuyorsun, gece uyandığında yanıma alıyorum.
Kimse yoksa birlikte bizim odamızda uyuyoruz.
İyi geceler Minaaaa, saat dokuzzzz, iyi geceler kuşlar, kediler, caretta carettalar diyoruz, sonra bana sarılıyorsun ve uyuyoruz.
Saat dokuzu geçtiyse de saat hep dokuz diyorum sana.Zeynep teyzenden öğrendim bunu.
Bu şekilde saat dokuz olduğunda yatman gerektiğini anlayacaksın ilerdeki yıllarda.

Kaşık pozisyonunda uyumayı seviyorsun en çok.
Yaklaşık 2-3 kez uyanıp süt içiyorsun ve uyuyorsun.
Sabahları hep mutlu uyanıyorsun.
Benim gibi...
Gülümseyerek...
Sabahları en çok sevdiğin şey; yatakta tay tay yapıp karşıdaki aynaya bakman ve sonra küt diye yere düşmen.
Gündüz uykun geldiğinde eeee eeee diyorsun ve uyumak istediğini söylüyorsun.

Bu ay bizi çok mutlu eden bir şey daha oldu.
İlk kez adını söyledin.
Sana adını sordum ardından Minnnaaa diye gösterdim.
Adını sorduğumuzda dilini dışarı çıkartarak Minna diyorsun.
Öyle tatlı ki...

Hiç sevmediğim bir huyun var.
Saç yiyorsun Mina'cım.
Benim saçlarım da uzun olduğu için çok hoş bir şey olmuyor bu.
Ev, hergün silinip süpürülüyor ama nasıl buluyorsan buluyorsun bir yerden ve çok büyük keyifle yiyorsun.
Sesin çıkmadığında anlıyorum ki iş üstündesin.
Tabi bunun dışında yerde ne buluyorsan da hüpletiyorsun mideye.
Bunun için bir şey buldum ve işe yaradı.
Masanın üzerine bir kase koyduk, eline her geçen şeye e e e Mina diyoruz ve sen kendin o kâsenin içine atıyorsun.
Bu alışkanlık haline gelmeye başladı.
Yerde mikroskopla görülebilecek toz tanelerini de veriyorsun tabi ki bize.
Her seferinde, hiç üşenmeden kalkıp atıyoruz ama.
Şu saç yeme işinden umarım vazgeçersin en kısa sürede.

Emeklemeye başlamıştın zaten.Yaklaşık 10.ay sonu gibi ...
Şu anda ferrari ile yarışırsın.
En sevdiğin şey hızlı hızlı gidip, arkandan gelip gelmediğimize bakman.
Geliyorum geliyorum diyorum, çok heyecanlanıp caretta caretta gibi kaçıyorsun.

Sömestir nedeni ile kuzenlerin Elif ve Alper bizde.
İlk kez Appppeee dedin.

Öpücük vermeye de başladın.
Tombik ellerini dudaklarına götürüp, muuuaahhh yapıyorsun.
Bir de yaklaşıp öpüyorsun ki beni...
Islak ıslak, şapur, şupur.
Bu dünyanın en güzel öpücüğü...

Bu aralar bir de googleii, googleii yapıyorsun.
Arka arkaya çok defa yuvarlıyorsun bu kelimeyi.
Benim en sevdiğim şeylerden biridir çocuklarda googliieee:)) Bir de degum var.Bir şeyle uğraşırken,degum diyorsun...
Ne tatlı!


Çocuklarla aran çok iyi.Bayılıyorsun onlarla birlikte olmaya.
Parka gittiğimizde çocuklara çığlıklar atıyorsun.
Kuzey var, mahalleden arkadaşın.
Ömer abin ve Sena ablan var, alt komşu.
Onlar bize geldiğinde çok mutlu oluyorsun.

Kendi kendine oynamana, oyun kurmana izin veriyoruz.
Sürekli kucağımıza almıyoruz.
Özellikle hafta içi, Zeynep teyzen buna çok dikkat ediyor.
Hala televizyon izlemiyorsun, ekranı dondurup müzik ya da ingilizce çizgi film açıyoruz.Böylece farklı bir dil de duymanın iyi olacağını düşünüyorum.
Arada sana "where are the birds Mina" diyorum, dışarıyı gösteriyorsun :)
Çünkü her şeyi kaydediyorsun bu ilk 2 yılda.

Bugüne kadar telefon ve bilgisayar ile de çok yakın olmamana özen gösterdim.
Bir iki defa ıphone u eline geçirdiğinde sanki yıllardır kullanıyormuşsun gibi hakimdin.
Sizin oralarda gelmeden bunları öğretiyorlar sanırım.

Babanla aran çok iyi.
Babbaa diye çağırıyorsun onu.
Bazen babbbii diyorsun.
Baban bana "babbi" diye bir mail atmıştı geçen gün, günümün güzel geçmesine vesile...


Birlikte güzel vakit geçiriyorsunuz.
En sevdiğin şey saklambaç oyunu.Bunu da kendi kendine keşfettin.
Baban kanepedeyken, arkasına geçiyorsun ve ceee yapıyorsun.


Bazen babana gıcık oluyorum ama.
Çünkü ben çok yorgun hissettiğimde, seni parka götürmesini söylüyorum ve bugün çıkmasa bir şey olur mu diyor.
Miskinlik yapıyor.Olur tabi, olmaz mı?
Sokağa çıkmanı çok önemsiyorum.
Bu nedenle hiç hasta olmadığı düşünüyorum.
Yine iş başa düşüyor ve ben çıkarıyorum seni.
Salıncakta sallanırken ki şu mutluluğun ve gülüşün her şeye değer.



Seni başka birilerine bırakıp dışarı çıkmıyoruz genelde.
Bugüne kadar bir yemeğe, bir konsere, gittik sadece.
Genelde hep birlikteyiz.
Ben geç geliyorsam yanında muhakkak baban oluyor, ya da o geç geliyorsa ben.
Ama artık büyüdün, ufak ufak biz de kendimize vakit ayırabiliriz değil mi?

Bu ay senin doğum günü kutlaman sonrasında Duru ablanın da doğumgününü kutladık.
En sevdiğin şey, kuş gibi böyle tepelerde oturmak.Yemek sandalyende de sürekli ayağa kalkıp, sandalyenin kolçağına oturmaya başladın.

Yine kuş gibi taburenin üzerine oturuyorsun ve oyuncaklarını bekliyorsun :)


Mina, hadi gidiyoruz diyorum sana.Heyecanlanıyorsun ve hemen ayağa kalkıyorsun.
1. yaş için kanını aldırmaya gidiyoruz.



Saçlarını ilk kez ikili bağladım.Biraz daha uzasın, saç örme kursuna gideceğim.Balık sırtı, kolay topuzlar öğrenmem lazım senin için :)

Böylece büyüyorsun sevgilim.
Sana her baktığımda şükrediyorum bizimle olduğun için.
Seni ne çok seviyorum bir bilsen...


dinamikannen

3 Şubat 2014 Pazartesi

Sömestir Aktiviteleri


Sömestir tatiline giren bir çocuğum yok bir kaç çocuğum var.
Yeğenlerim için plan program hazırlamalı diye düşündüm ve bir ajanda çıkarttım.
Onlar genellikle teyzeler turu yapıyorlar ve hepsi 4 teyzede dönüşümlü kalıyor.
Bir kaçı aynı anda kalınca ev yıkılıyor zaten.
Yakın yaş grubundakiler kız-erkek çatışması yaşıyor.
Bir iyiler, bir kötüler yani.

Benden önce ablamda kaldılar.Ablam 2 kendi çocuğu olmak üzere 5 çocuğa baktı o dönem.
Bu 2 kilo sütün açılması ile aynı anda bitmesi, bol gürültü, 5 kafadan ses demek.
Tur bana devretti ve önce Elif (11) geldi, o bizde 2 gece kaldı.
Alper (13) beni her gün sektirmeden 9 kere aradı.Teyze gel beni al, teyze ben geleyim, teyze beni Fatih abim alsın, teyzem Mina'yı çok özledim gelmem lazım...
Tamam bunların hepsi doğru ama özellikle Elif ile bazen süper iyi bazen düşman oldukları için önce Elif'in bize gelmesi Alper'i çıldırtmıştı.

Neyse, sonra Alper'de geldi bize Cuma günü.
Akşam eve geldim, üzerime jean çektim, soğuğa rağmen attık kendimizi sokağa.
Elif, Alper, Mina, ben...
Önce motorla Beliktaş'a geçtik, oradan da Nişantaşı'na.
Fatih geldi, çocukları Harbiye'ye götürdü.
Hedefimiz; Stomp

Stomp performansını Elif ve Alper birlikte izledi, biz de Mina ile Nişantaşı'nda takıldık.
Fatih çocukları sahneye bırakıp geldi ve Mina'nın gittiği ilk restaurant olan Sushico'ya gittik.
                                 Nasıl tutuyorduk bu stickleri :)

Momiji Upendo'da bizimleydi.
Benim favori yemeğim kuşkonmazlı dana etini çok sevdi Mina.
Mmmhhmmmaaa diyerek ve kafasını iki yana sallayarak yedi.


Sonra çocukları almaya gittik.
Alper ve Elif ne çok mutluydu.
Performansı anlatıyorlardı.

                                         Ne de çabuk büyüdüler benim canlarım.

Kırmızı halıda fotoğraflarını çektim.


                                              Stomp performansı sonrası

Kanka pozu verdiler, bir önceki teyze turunda ablamı oldukça yormuşlardı, bu güzel pozu hem anneleri hem de teyzeleri çok beğendiler.
Artık bir söz vermişlerdi; çok iyi anlaşacaklardı.
Bir de bana ve Mina'ya çok teşekkür ettiler, havanın çok soğuk olmasına rağmen onlar için dışarıya çıkmıştı Mina.



Tadelle macerası var ki bunu Alper'den dinlemek lazım.
Sponsorlardan biriymiş ve ürün dağıtımı yapıyormuş.
Alper bu durur mu; dağıtım yapan kızın çevresinden gelip geçiyormuş, böyle olunca da her seferinde tadelle almış.
Bunu da büyük başarı hikayesi olarak anlatıyordu.Hem de çok eğlenerek.
Biz de dinlerken eğlendik.
Biz de nasiplendik bu tadellelerden.
Sonra karınları acıktı.
Ne yersiniz dedik, kokoreç dediler.
Zaten o saatte fastfood dışınca açık restaurant bulmak pek mümkün değildi.
Kokoreç ve midye yediler.
Gece eve geldiğimizde 12:00 yi buluyordu.
Mina, 3. uykusundaydı.


                                        Mina uyur, diğerleri karnını doyurur.

Ertesi gün başka bir programımız vardı.
Kidsmondo'ya gidecektik.
Trump Tower'sa gittik.
Hava yine buz gibiydi.
Burası çocuk cenneti.
Avm'lere karşı bir anne olarak ille de Avm diyenlerin çocuklarını buraya götürmesini öneririm.
En alt kat çocuk alanı ve oldukça güzel.
Bir sürü de aktivite var.


Kidsmondo'da çok kuyruk olduğu için, hafta içine bıraktık.
Çocuk alanında takıldık.
Akşam eve geldik, kendimi çok yorgun hissediyordum.
Mina'yı yıkadım hemen, bu banyo 13. ay banyosuydu.


Mina'yı uyuturken çocuklara akşam yemeği menüsünü söyledim ve onlardan pişirmelerini rica ettim.

Fatih abileri mentörlüğünde akşam yemeğini hazırladılar.
Elif pirinç pilavını, Alper ciğeri pişirdi.
Nefisti.
Çocuklara sorumluluk vermek gerekiyor.
Mutfak kirlensin, tavalar yansın hiç sorun değil.



Pazartesi günü; sabahtan hep birlikte evden çıktık.
Mina evde kaldı bu sefer.
Ben ofise geçtim, Fatih abileri Kidzmondo'ya bıraktı onları.
Akşam alacağız.

Sırada akvaryum, sinema, tiyatro aktiviteleri var.
Ah bir de cats müzikalini ekleyebilseydik ne harika olurdu.

Bende her yaş grubundan çocuk olduğu için, bu 2 yavruyu evlerine gönderip başka 2 yavru alacağım.
Onların yaşları daha küçük ve onlara uygun çok güzel aktiviteler var.
http://istanbulforkids.com/ sayfası toparlamış bizler içim.Teşekkürler olsun onlara.

Bu aralar bir de sirk gösterileri var.
Ben çocuklara şu videoyu izlettim ve sirke gitmek istemiyorlar.
Önce biz bilinçlenmeliyiz, sonra onlardan bunu beklemeliyiz diye düşünüyorum.
http://www.izlesene.com/video/benim-bir-dostum-var/7183936

Ben çok önemsiyorum sömestir tatilini.
Çocuklar çok fazla ders çalışıyorlar, kafalarını boşaltmaları ve oyun oynamaları gerekiyor.
Gerçekten tatil yapmaları gerekiyor ki okul zamanında da ders yapabilsinler.
Onlardan daha heyecanlı oluyorum ben.
Hep bir program, hep bir aktivite.
Onların yüzündeki minicik bir gülümseme, benim cennetim oluyor.

Sevgiyle,
dinamikanne