26 Aralık 2013 Perşembe

Baby&You Dergisi Ocak 2014 (Uzun ve Fotoğraflı Yazı)

N'apıcam ben?
Uzun cümlelerle konuşuyorum.Baby&You dergisindeki sayfam için hazırladığım yazıyı kaleme alırken kaptırıyorum kendimi.
Yazı işleri müdürü Şeyma uyarıyor beni.
-Tuğba, bu yazı çok uzun, kısaltman lazım.
-Tamam diyorum, öğreneceğim kısa cümlelerle konuşmayı...
-Yazıyı büyüsünü bozmadan kısaltıyorum ama uzun yazıyı da paylaşmak istiyorum.
Ne de olsa; Söz uçar, yazı kalır !

Muhteşem Yeni Yıl Hediyemiz
"Seni içime sokasım var" diyorum Mina'ya,  mutfak masasında oturup birlikte vakit geçirirken...Bana artık öyle tepkiler veriyor ki gerçekten içime sokasım geliyor.
Tam 1 yıl önce karnımdaydın...
Ne çabuk büyüdün sen, benim tatlı mucizem...
En muhteşem yeni yıl hediyesisin sen bizim için.


Ben, her anın kıymetini bilerek yaşamaya çalışıyorum.
Evlendikten hemen sonra çocuk sahibi olmayı düşünmedik.Dolu dolu geçirdik bu zamanı.
Bebek olduktan sonra hayatımızda bir şey değişmedi.Birlikte vakit geçiriyoruz, geziyoruz.
Kendi arabasında uyumaya alışık, bu nedenle uyku için eve erken dönmek zorunda değiliz.
Geçtiğimiz ay yine çok dinamik geçti.
Çok güzel insanlarla tanıştık.Yeni şeyler öğrendik.

Bir Bostan Hikayesi
Çok sevdiğim güzel semt Kuzguncuk'ta bir bostan var.
Burası şehirin içinde, nefes alabileceğiniz bir yer.
Tarım yapmaya başladık bostanda.Tamamen gönüllü çalışıyoruz.Hobi bahçesi gibi herkes minik bir alan dikiyor.
Tarlamızı belledik, çapaladık, soğanlarımızı, pazımızı, dereotumuzu ektik.
Her hafta gidip bakıyoruz Mina ve kuzenleri ile.
Mina, toprakla oynuyor biraz, "ayyyy" diyor ve çığlık atıyor bostanda yeni arkadaşlarla tanışınca.
Herkes çok kibar ve yardımsever.
Sanki başka bir yerdeyiz.Burası bizim nefesimiz oluyor.
Havalanan toprağın kokusu bizi sarhoş ediyor.İşler bittikten sonra büyük ocakta ateş yakılıyor ve bu ateşte çay demleniyor.
İddia ediyorum, dünyadaki en güzel çaylardan birini içiyoruz burada ısınırken.
Toprağı çapalarken,Mina uykuya geçiyor arabasında.
Hava soğuk."Kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır" diyen annelerdenim ben.Bir kaç kat giyindikten sonra, bütün soğuk havalara savaş açabiliriz.
Bir sonraki hafta yine bostanda aşure günü yapılıyor.
Kazanlar ocakta kaynıyor, tüm malzemeler karışıyor, kaynaşıyor ve alışıyorlar birbirine.
Sonra bütün mahalleye aşure dağıtılıyor.Mina da tadıyor bir parça.
Bir diğer hafta çocuklarla korkuluk yapılıyor bostanda.Herkes evinde kullanmadığı eşyaları getiriyor ve ortaya muhteşem korkuluklar çıkıyor.
Tarlalarımızı koruyacak bu korkuluklar.

Haftanın bir gününü muhakkak Kuzguncuk’ta geçiriyoruz artık.
Burası başka bir cumhuriyet.Karmaşadan uzak, sakin, şehrin çok içinde ama bir o kadar dışında...
Keşke diyorum, burada bir okul olsa da Mina buranın havasını soluyarak okula gitse.



Kuzguncuk’ta Bir Waldorf  Okulu

Bir akşam Waldorf,Montessori gibi pedagojik yaklaşımları incelerken veli insiyatifi ile Waldorf okulunun kurulacağını öğreniyorum Kuzguncuk’ta.
Zaten genel hatları ile Waldorf yaklaşımını kendime yakın buluyorum.Burası bir ana okulu olacak, haftada bir kaç kez oyun grubu da olacak.
Çocuklara gereksiz yere yükleme yapmayan, sorumluluk duygusunu veren,doğa ile içiçe, ,özgürlük felsefesini benimsemiş bir yaklaşımı var.
Beni en çok etkileyen şeylerden biri;
-“Otlar çekmekle uzamaz” diyor.
Her çocuğun öğrenme süreci birbirinden farklıdır. Waldorf Eğitmeni tek tek ulaşıyor çocuklara, tıpkı bir bahçıvan gibi her bitkiyi özel suluyor ve özel bakıyor.
Hava şartları ne olursa olsun dışarı çıkıyorlar ve temiz havada faaliyet yapıyorlar.Doğanın nazik ama bir o kadar da acımasız gerçekliğine tanıklık ediyorlar.
Bu onları gerçeklik duygusu ile tanıştırıyor.Ormanda ağaç dalları toplayıp, bunlardan oyuncak yapıyorlar kendilerine.Bu şekilde yaratıcılıkları da gelişiyor.
Bir çerçeve içerisinde “olması gereken” verilmiyor.Açık uçlar oluyor her oyunda ya da her faaliyette.
Böylece herkes kendisinden bir şeyler katıyor.Özgün çalışmalar çıkıyor ortaya.
Aslında köy usulü ile büyüyor çocuklar.
Tencere kapaklarını birbirine vurarak müzik yapardık küçükken.Bundan çok farklı değil.
Oyun içinizde, sadece özgürce dışa vurmak önemli.
Çocuklara çok fazla şey yüklememek lazım diye düşünüyorum.
Farkına varmadan öğrenmeleri bence en iyi yol.
Fizik, kimya,matematik dersleri var ama aslında yok.
Çünkü bu okullarda çocuklar hayatın içinde öğreniyorlar bu dersleri.
Hamur yoğurup, hamurun şişmesini bekleyip, ekmek yapıp, fırına veriyorlar.
Ekmeğin, maya ile olan iletişimini birebir gözlemliyorlar.
2+2 =4 yok burada.
Sofra kuruyorlar ve kişi başına kaç bardak koyacaklarını hesaplayarak matematikte trigonometri seviyesinde iş yapıyorlar.
Baskı olmadan, çocuklar arası karşılaştırma ve yarış yapılmadan, hayattan, oyundan ve andan keyif alarak vakit geçiriyor çocuklar.
Yuvanın sahibi anneler ve babalar, temizlikten, yönetime tüm logistik işlerinde imece usulu çalışılıyor.Büyük bir aile gibi yani.
Mina, burada oyun grubuna başlayacak önümüzdeki aylarda.Güzel bir deneyim olacağını düşünüyorum.

                                        Okulda yaptığımız ilk veli toplantısından bir kare


Flamenco’da  Mina’lı Günler
Hamilelik süreci ile birlikte flamencoya ara vermiştim.
Bizim okulun gösterisi vardı.
Mina ile gösteri salonuna almayacakları için, genel prova ve akışı izlemek için Etnik34’e gittik.
Herkes flamenco kostümünün içinde, harika gözüküyordu.
Ne çok özlemişim.Kışı atlatıp, tekrar dans etmeye başlarım diye düşünüyorum.
Mina, dansçıların kostümlü hallerini görünce çok etkilendi.
Flamenco ritmine fazlası ile alışıktı ancak bu kadar çok insanı dans ederken gördüğünde büyülendi.

                                             
                                                  Flamencooo, ben bilemencooo


Arada bir palmas (flamencoda tempo tutulurken yapılan alkış) yaptı.
Öyle mutluydu ki o akşamın sabahında, müzik içine işlemiş olacak ki alkış yaparak uyandı.



                                         Küçük Flamenquita'yı bulun :)


Mina doğduğundan beri 2 defa Mina’sız dışarıya çıktık.
Bir keresinde 3. Ayını bitirmişti ve iki sevgili başbaşa yemek yiyelim diye çıkmıştık.
Kahvemizi içmeden eve koşarak dönmüştük.O kadar çok özlemiştik ki.
Geçen hafta Tomatito konserine gittik.Konsere bebek almadıkları için Mina’sız gitmek durumunda kaldık.


İlk Mina’sız çıkışımızda şuna karar vermiştim :Her yere beraber gidecektik.
Öyle de oldu.Onu bir daha bırakmadım.
Babasının ya da benim akşamları iş ile alakalı bir yemeği, toplantısı,mesaisi oluyorsa muhakkak bir diğerimiz  yanında oluyor.
Onun haricinde hep birlikte dışarı çıkıyoruz.
Çocuğumu, başkaları baksın diye dünyaya getirmedim.
Mina da her şeyin o kadar farkında ki, dışarıya çıktığımızda nerede nasıl davranması gerektiğini biliyor.
Bize hiç eziyeti olmuyor.

“Anne” olduğum için eve kapanıp, hayatı kaçırarak yaşamak istemiyorum.
Çocuğu başkasına bırakıp gitmek de çözüm değil bence.
Başkası ile evde kalıp zamanında uyuyacağına, dışarıda annesi ile birlikte vakit geçirerek, bir kaç saat daha geç uyuyabilir. Arabasında da uykuya rahatlıkla geçiyor.
Birlikte orta yolu buluyoruz işte.
Belki de çocuksuz çıkmak ya da hiç çıkmamak en doğrusudur.Bilemem...
Tek bildiğim şey, mekan bağımsız, hep birlikte olmanın Mina için en uygun olduğu.
Her anne, kendi çocuğu için en iyisini bilir.
Çünkü bence ; “her anne kendi evladı için en mükemmel annedir.”

Sevgiyle,
dinamikanne





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder